9 Mart 2012 Cuma

yağmur


desenler çiziyordum o günler defterime
akkuğular, cerenler.
sesini dinler gibi dinliyordum
gecenin sessizliğini,
ağlayan salkımsöğütleri.
kartaca yanıyordu çok uzak bir zamanda
tek başına.
bir yandan bir şarkıyı düşlüyordum
birlikte söylerken aranağmesiyle
neredeyse bir gülümseyişi ölümsüzleştireceğimizi...
*
yada geçmiş zamanda yazılabilir sözcükler.

6 Mart 2012 Salı

*dün gece kayısı abajurun ışığında defterime şunları not ettim...




kaçıyordum senin soğuk yalazından


onca yürek çarpıntısı kırgınlık

gömülürken buzlu sularına belleğin

donan bir ateş gemisiydi kaskatı



... üretilmiş her şey bir fosildir şimdi

düşünüyorum da bazen

ne kaldı diye geriye senden

yıpranmış sinir uçları

genişlemiş damarlar

ve belki prensesin tahta bacağı

ölen bir kuğuydu bir imgeydi bellekte

içimde bir şehir daha bütün yıldızlarıyla söndü


l.m

*uyuyordum doruğunda dağın. ve güzeldi yılların yıprattığı yıktığı gövdem...


seninle buluştuktan sonra birşey yazmak ve sana okutmak istemiştim. varlığının bendeki yansımasını görecek ve böylece bir daha ikimiz hakkında konuşmaya gerek kalmayacak şekilde durumu özetlemiş olacaktım. kendiliğinden.ormandaki küçük mavi kuşların, karıncaların, kızıl kıvrık kuyruklu maymunların rüzgarın kokusundan aldıkları tehlikenin gelişinden habersizdim ama ağacın tepesindeki beyaz pateller bir yağmur gibi döküldüklerinde de anlamam gerekeni anlayamamıştım. benimkisi gayri ihtiyari bir suskunluktu, sessizlikte bir çift meşale gibi gözlerimi sana diktim ve bekledim.


ay gece mavisi vitraylarda belirdiğinde, kitabın en belirgin cümlelerinden birini adı gibi gözümün önünde aydınlatacaktı, küçük mavi bir kuş hiçbir bereket içermeyen gözlerimi gagalıyordu ve elbet adı rüya oluyordu pek çok şeyin. yoksa tam olarak şöyle mi söylemeliydim, bana tutulan pek çok aynanın içinde aynayı tutan elden başkasını göremedim ben ve aslında burada başlıyor bütün hikaye…

az önce su kenarından havalanan kuşların çığlıklarını duydum, oysa devinim çok kısa bir an için geçerliydi. ve hemen arkasından yalnız insanların sığındıkları eşyalar, ırmaklar, şilepler, kuşlar, mutfağa giderken çıplak ayakların kimsenin göremeyeceği izleri ve fincanı bırakırken tezgaha çıkardığı ses, bütün bu şeyler bitecek, kimsenin döndüğünü bile algılayamadığı evren yine sessizliğe bürünecekti.

güçlü rüzgarların önünde bir başak gibi eğilmek istiyordum ama olmuyordu. hep aynı yerde durmaya çalışmaktan katılaşmış ve mercanların içinde kırmızı karışmış mavinin yerini almıştım.

y.