seninle buluştuktan sonra birşey yazmak ve sana okutmak istemiştim. varlığının bendeki yansımasını görecek ve böylece bir daha ikimiz hakkında konuşmaya gerek kalmayacak şekilde durumu özetlemiş olacaktım. kendiliğinden.ormandaki küçük mavi kuşların, karıncaların, kızıl kıvrık kuyruklu maymunların rüzgarın kokusundan aldıkları tehlikenin gelişinden habersizdim ama ağacın tepesindeki beyaz pateller bir yağmur gibi döküldüklerinde de anlamam gerekeni anlayamamıştım. benimkisi gayri ihtiyari bir suskunluktu, sessizlikte bir çift meşale gibi gözlerimi sana diktim ve bekledim.
ay gece mavisi vitraylarda belirdiğinde, kitabın en belirgin cümlelerinden birini adı gibi gözümün önünde aydınlatacaktı, küçük mavi bir kuş hiçbir bereket içermeyen gözlerimi gagalıyordu ve elbet adı rüya oluyordu pek çok şeyin. yoksa tam olarak şöyle mi söylemeliydim, bana tutulan pek çok aynanın içinde aynayı tutan elden başkasını göremedim ben ve aslında burada başlıyor bütün hikaye…
az önce su kenarından havalanan kuşların çığlıklarını duydum, oysa devinim çok kısa bir an için geçerliydi. ve hemen arkasından yalnız insanların sığındıkları eşyalar, ırmaklar, şilepler, kuşlar, mutfağa giderken çıplak ayakların kimsenin göremeyeceği izleri ve fincanı bırakırken tezgaha çıkardığı ses, bütün bu şeyler bitecek, kimsenin döndüğünü bile algılayamadığı evren yine sessizliğe bürünecekti.
güçlü rüzgarların önünde bir başak gibi eğilmek istiyordum ama olmuyordu. hep aynı yerde durmaya çalışmaktan katılaşmış ve mercanların içinde kırmızı karışmış mavinin yerini almıştım.
y.