4 Mayıs 2010 Salı

cennetin tavşan resimleri III.


yirmiiki. yüzyılda gündelik hayat

kahramanımızın charlie chaplin olması
ne değiştirir sanki!
o da bizim gibi, kemikleri odundan
bir ölümlü nihayet!

hal böyleyken, neden
o kadar çok yer ayrılıyor,
anlaşılır gibi değil,
cennetin duvarlarında,
bilbordlarında,
on günlük sakalıyla çekilmiş
"sabıkalı" fotoğraflarına onun?
ve niçin "aranıyor" her yerde?

niçin o kadar çok geçiyor
cehennemden yükselen
neşidelerde adı?
neden o kadar sık rastlanıyor,
ters giyilmiş partal iskarpinleriyle
hayta ayak izlerine
hemen her sayfasında,
cennette tutulan kroniklerin?

ve ne zaman geçecek olsa,
ayak uçlarına basaraktan,
bilinen şaklabanca göz kaş
hareketleriyle chaplin
hatırından, sıradan bir cennetlinin,
melekler de, ölümlüler de niçin
dökülüyorlar öyle,
bağrışıp çığrışarak
kafeslere, parmaklıklara,
camlara salkım salkım?

anlaşılması zor,
o kadar mı olaysız
geçiyor günler;
herkes o kadar mı çok
sıkılıyor cennette!
 
c.k

cennetin tavşan resimleri II.


bundeslade

upuzun ve pek zayıf,
hemen hemen bir deri
bir kemik bedeniyle kafka'dan,
ressam ascher'e,
ermiş sebastian için
çıplak modellik
yapması istenmiş...

"bir deri bir kemik!" diyor,
günlükler'i okurken,
bir melek ötekine:
"ona da bu yakışırdı zaten!
hani daha yaşarken sanki,
bir mısır prensi gibi
mumyalanmaya hazır:
darası alınmış;
yıkanmış, taranmış,
tütsülenmiş...

prag' ın sıkılgan ve çileci
saat kuleleri gibi,
dibinden bakıldıkça, utançtan
eriyen, incelen, uzayan;
ve saydamlaşan bedeni
daha yaşarken sanki
ölüm ve ötesinin
süsleriyle süslenmiş;
ebedi bir güvey
olsun diye, besbelli,
geçkin bakirelere!
ve bir kurban,
izraelin evinden,
intikamcı yahveye...

ve ruhu kahramanımızın...
kenanlı bir yalvacın ağzında
donup kalmış, isyankâr
bir nidayı andıran
keşiş ruhu kafka'nın,
daha yaşarken sanki
bedeninden alınmış;
hohlanmış, parlatılmış;
bohçalara sarılmış
ve ayrı bir sandıkta saklanmış!

ve her gece o sandık
ihtimamla açılmış,
ve her gece o şamdan,
bir suç aleti gibi,
gözlerden gizlenerek
sandıktan çıkarılmış;
fitili temizlenmiş, yakılmış;
ışığında öyküler, romanlar,
kronikler yazılmış;
sonra yine ihtimamla
kundağına sarılmış,
sandığına konulmuş;

ve o sandık mıhlanmış,
mühürlenmiş...
gün doğarken kapıyı
omuzlayıp içeri
girerken günlük hayat,
telaşla karyolanın
altına iteklenmiş."
 
c.k

cennetin tavşan resimleri I.


gecenin saat üçü, zifirî karanlıkta,
bir keşişin yakarışları gibi;
göğe doğru isyanla yükselen
dev boyacı iskeleleri arasında
el feneriyle biri,
acı yonga, misk, terebentin
ve ağır yağlı boya kokan cennetin
tavan resimlerini
iskandil etmektedir.

adamın korkuları vardır,
korkunç teorileri...
ve adam hazırlıksız
yakalanmak istememektedir.

çünkü ona göre,
sabah kalktığımızda şehir
hunların eline düşmüş olabilir
yahut yahudi mahallesinde bir ana,
ruhani çalkantılarla,
haleluyalarla dolu
yeni bir binyıl için
yeni bir mesih
doğurmuş olabilir, mesela.

yine ona göre, her sabah
aklımızı kundağından çıkarıp
gözlerimizi oğuşturarak,
bakmamızı bekleyen
hep aynı aynalardan,
inmemizi bekleyen
hep aynı kapılardan,
geçmemizi bekleyen
hep aynı sokaklardan,
aynı sofalara açılan
aynı odalardan,
aynı masalarda
aynı adamlardan,
aynı adamlarda
aynı oyuklardan,
aynı sahnelerde
aynı oyunlardan,
aynı ayinlerde
aynı dualardan,
aynı lahitlerde
aynı mumyalardan,
geçerek oyula oyula,
geçerek ufala ufala...

...içinde dolaşması,
yıllarca her gece takrarlanan
bir rüya imiş gibi yavan
ve bezdirici
yeryüzü atölyesinden
içeri girdiğimizde...

örtüsünü kaldırıp,
yeni bir gün için
tamamladığı resmin;
bize her gün hep aynı kanavada,
her gün hep aynı manzaranın
kopyası gibi gelen,
ama yine de, günübirlik hayatın
eriyen konturları,
kağşamış figürleri arasında,
işte bir kez daha yeni,
işte bir kez daha büyük
ve mucizevi olanı-yani
cennetin tavan tasvirleri için
seçtiği son detayı-
gösteren ulu ressam,
bu gece tuvalini,
bir tek fırça olsun vurmadan,
bomboş bırakmış olabilir.

ya da resme başlamış,
bir şeyler çiziştirmiş
ama çizdikleri ressamı
apayrı bir zamana;
henüz nebüloz halde
yepyeni bir temaya
götürmüştür de hani,
her şeyi yeni baştan
- burada ve böyle sandığımız,
bildiğimiz,
baş edebildiğimiz-
her şeyi bir kez daha
ekstazla,
boyamak için belki...

üstümüze yanık bir çöl beyazı,
rüyalarımızın yüzeyi gibi kalın
ve kımıldayan
bir yokluk tabakası,
çektikten sonra tutup
fırçasını esirle yıkayıp temizlemiş
ve çengiler, orjiler arasında
bir lütuf çağı için
ışığı, müziği ve şiiri
şöyle bin yıllığına
kaotik bir uykuya
yatırmış olabilir, pekâlâ!

c.k

virginia wolf'un dama taşları


ceplerine çakıl taşlarını doldurup
kendini ouse ırmağı'na atan
ikiz kız kardeşi kader'in...
en diplerine varmak istedin bunu yaparken,
en diplerine
ruhumuzda olup bitenlerin

seni incittiler mi
oyunlara sürdüğün kahramanlar
-ispermeçet mumundan
ya da selüloz hamurundan-

sensiz yaşamayı bilemediler mi,
gösterişli buhranları salyalı esrimeleriyle
hoppalıklarıyla hazımsızlıklarıyla...

yüzleri vardı ruhları vardı,
bedenleri yoktu.
isimleri künyeleri belliydi
-çiçek isimleri gibi-
ama cinsiyetleri yoktu.
ne yapsan hangi kalıba döksen,
hangi boyayı sürsen hangi
eczayı denesen
mucize olmuyordu,
sana benziyorlardı.

ve taşlar vardı daha küçük
taşlar vardı
kaderin dipte çağıldattığı,
belleğin menfezlere doğru ittiği
çığlıklı çıngıraklı
erguvan alabaster ya da safran rengi
kozmik melankoşi serpintileri;
ölümün sert içkisinden başka
hiçbir muhayyilenin eritemediği...

sözcükler... onlar her zaman yetersizdi;
tüy gibi hafıftiler;
mağmanın yüzeyİne çekiyorlardı seni,
katman katman uykunun ve şiirin,
o her şeyi gören körlüğün:
yaratıcı saflığın,
dehanın yüzeyine

ve imgeler...
kanın koşturduğu haber
en uzak yıldıza,
en yalnız meleğe;
düşüncenin çıkardığı muteâl çınlamalar
kafa kemiklerimizde:

kurtların böceklerin kabirde
son kırıntıları sindirip son
vıdı vıdıları deşifre
etmesinden -ve yaşanmış, paylaşılmış
ya da gizlenmiş her şeyin
ama her şeyin bilinmesinden
sonra bile
kemiklerimizde,
kemiklerimizin ununda
duymaya devam edeceğimiz sesler...

sen o hazin sesleri
diyapazon gibi
çınlatarak
çıkarmak istedin
kafa kemiklerimizden.

alçıdan yüzlerimizi,
köpükten tenlerimizi,
kabuklarımızı dikenlerimizi
uyurgezer oyunlarda bırakıp
diplerde çağıldayan
büyük hayat'a
katılmak istedin...

söylenecek söz bırakmadm ardında;
ceplerine çakıl taşlarını doldurup
kendini ouse Irmağı'na atmanın,
o eşsiz dahiyane fınalin
bize düşündürdüklerinden başka...

c.k