29 Eylül 2009 Salı

gece gibi olacağım



I.
dalganın ötesine geçmekle oldu hayat
kanın aktığını görmekle.
kimsenin soluğu kesmiyor soluğumu
otların dilinden anlayan bir kadın tanıyorum
kuyuların gözlerinden öpen.

toprağın dilsiz neminden bana ulaşan buğu
biliyor,
o gece ölebilirdim seninle.
ormanın karanlık şarkısı büyürken.
ama ben,
orada o taş merdivende
ölmek istedim
ibret ey
ibret.
gece gibi olacağım
karanlığımı örterek
seslere tutunacağım.
dokundum kalbime
kimsenin ruhuna fısıldayacak büyüsü yok.
olmasın
olmasın.

II.
o gece ölebilirdim seninle
karanlık ormanda ilerleyen suda
suya düşen ay ve seslerle.

ormanın fısıltısı
birleşirken sonsuzlukla
dedim bak, kimse yok
bu yolun ölüme dönen kıvrımında.
karanlık çağırıyor bizi
istek yürüyor göçlerimize
ölelim bu demirden kayıkta.
ölelim.

biz sanıyorduk ki,
bir yaradılış varsa aşkadır
ne hata.
sonsuzluğaymış meğer
sonsuzluğun koyu yapışkanlığına

herkes sussun
boşluktaki dilsiz yıldızların körlüğü gibi
dursun her şey yatağımda.
ben neye ağlayacağımı bilirim
hangi tenin beni öldürmeye yeteceğini.
bu son
artık uykusundayım herkesin
yaradılışı değilse de
yokoluşu gördüm.
b.m

28 Eylül 2009 Pazartesi

UYARI

sevgili blogger arkadaşlarım,
son günlerde kahrımı çok çektiniz ,yorumlarımın altına yazılan adsız yorumlardan ötürü hepinizden özür dilerim,malesef hayat herzaman hakettiğimiz gibi davranmıyor bize ve terbiyesizliğin de sonu yok.bloglarınızı okuyorum ama yorum yazmıyorum çoğunlukla.bunun sebebi bu adsız yazarın yazdığım bütün blogger arkadaşları hedeflemesi.
fakat dün akşam bana atılmış bir yorumu okuyunca çok şaşırdım,yorum kendimden geliyordu. ve ismin üstüne tıklayınca ikinci bir kez daha şok yaşadım.birebir taklit edilmiş bir profil vardı karşımda ,resmimden açıklamama kadar.bu işin sonu nereye varacak bilmiyorum açıkçası,ama birgün y. adıyla terbiyesiz,maksadını aşan,çirkin bir yorum alırsanız benden gelmediğini bilin isterim.
çünkü bu blogdaki herkes,arkadaşım,kardeşim,abim,ablam sayılır.
o yüzden hepinizden birkez daha özür dilerim,başınıza gelmiş ya da gelebilecekler için.
sevgiyle kalın...


27 Eylül 2009 Pazar

kim bağışlayacak beni

I
bir kereye mahsus yaşanan her an
kendi hatasını bir daha düzeltilemeyecek biçimde
içinde barındırır.

bana kanatlarımı bıraktırdılar

bana ihaneti öğrettiler.

başka haber yok.

II
ikiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım

bir yanım öbür yanıma düşman
sağımda kızgın kunlar gezdirdim
solum üşüyor eski bir andan.


III
mum: alıngan.

kendi ateşiyle
kendini yok eden yumuşakça.
erimek üzere varsın, kaderine inanırsın.
ölürken fark edilmez, ışığın solduğu zamansın.

hiçbir aşk titremez sonsuza değin

bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum

ve insan acıdan ölür bir gün.


IV
yüzümde taşıdığım kuyu

soğuk iklim,ağır yaprak tenimde

durup dönüp dokunduğum

yük.

yağmurun aramıza çektiği perdeyi yırtıyorum
geçiyorum göğsümdeki uykunun sarmaşığından
birazdan dünya beni unutacak, ben onu anlamıyorum.
soğuk iklim,durup dokunduğum
dönüp seni
ben de unutacağım.

V
insan ölüyorsa acıdan ölür bir gün

kendine bir daha uğrayamadığından

koyduğu yerde durmayışındandır hayatın
hatanın dönüşsüz oluşundandır.

hiçbir aşk titremez sonsuza değin,
bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum

ve insan kanatlarından

ayrılır bir gün.

b.k

taşın huzuru




orada uyudu öylece.
gözlerine kara bir fular çekti ve taşın huzurunu istedi taşlardan.
duvardaki ağzı açık kartallara ve dili olmayan dişsiz kurtlara baktı.
ve çatıya çevirdi başını.
çatıda gizlenen eski ay.
güneşi tanıyan.
onu bırakıp bırakmayacağımı sordu.
bin yıl.
aynı gün, aynı uyku.
tanrının gölgesi kavuştuğunda,
yeryüzü tarafından uyandırılır insan.
boş vaftiz kabına eğilip,
göğsüne sürdü parmaklarını.
yemin etmemeli.
dünya uyanıyor.
şilan ağaçlarının ardından uzuyor ışığı kâinatın.
ve ben dönüyorum.
yola.
sabah bir şiire.
dünya kımıldatıyor kanımı
ve gördüğüm her şey için hesap soruyor benden.


b.m

sizden hiçbir zaman anlamanızı istemedim yalnızca duyumsamanızı istiyorum





her duygu, her hareket, her bedensel rahatsızlık, kullandığım her sözcük için büyük bir depo dolusu açıklamam var. insan anlayışla başını eğiyor. böyle olması gerekliydi: gene de bu yaşam uçurumunda boylu boyunca düşüyorum. bu uçurum bir gerçek, ayrıca da dipsiz. insan bu taşlı derede ya da suyun yüzünde kendini öldüremiyor bile.


anne, sana sesleniyorum, her zaman yaptığım gibi. ateşim olduğu geceler, okuldan döndüğüm zaman. geceleri, arkamdan beni kovalayan bir hayaletle hastanenin parkında koştuğum zaman. farö’deki o yağmurlu öğleden sonra seni tutmak için elimi uzattığım zaman. bilmiyorum. hiçbir şey bilmiyorum. bu başımıza gelenler nedir? bununla baş edemeyeceğiz. yanaklarım yanıyor ve birisinin uluduğunu duyuyorum, sanıyorum ben kendim uluyorum.


b.

26 Eylül 2009 Cumartesi

şu an,şimdi

içi boşaltılmış bir kum saati gibiyim
ne tarafa çevrilsem zamanı göstermem imkansız

25 Eylül 2009 Cuma

The fire within burns again


29. (ölüm bir çölü biriktiriyor)


...

çöl diye bir yer var sanıyorlar

çöl sana çıkar, yol sana çıkar diyemiyorum

ben çölü yazarsam bulacağımızı sanıyor

aradığımız şeyi, ben çölü yazmıyorumResim Ekle

aradığımız bir şey mi var bilmiyorum

bulsak da onun aradığımız şey olmayacağını biliyorum

çölün bildiğini kimse bilmiyor

bilmediğin için o kadar korkunç olmadığını söylüyorsun

ben çölü sende aramıyorum artık

çölün seni unuttuğu yerdeyim

insanların arasına düşen gölgenin peşindeyim

çölde beni değil onu görebilirsin

bende ne unuttuğunu sakın hatırlama

çünkü birlikte düşemeyeceğimiz bir çöldeyiz

ve birlikte çıkamayız düşmediğimiz çölden

çölden çıksak da gidecek bir yer yok

hem bendeki ıssızlık çıkılacak gibi değil

sen benden fazlasını istiyorsun çölden

ben fazla olmasaydım başkasını arar mıydım

sen boşluktan fazlasını bekliyorsun çölden

boşluktan fazlası neresidir


kimse çölü bilmiyor

kendini iki kişi sanıyor herkes

biri önde gidiyor biri peşinde

ah dünya insanının gölgesini de aldın

onu efendiyle kölesi arasında bıraktın


anla artık çöl diye bir yer yok

magrip yok, kervan yok, şarap yok

çöl senin içinde, bu yüzden uzak geliyor

bu yüzden başkası hem çöl, hem yakın geliyor

bu yüzden gitgide uzaklaşıyorsun kendinden

bu yüzden çöl artık sana geliyor


h.e

24 Eylül 2009 Perşembe

güne not



çok uzun zamandır müzik dinlemiyordum sessizlik hakimdi,kendimden kaçmıyor, kendimle kavga edebilmek için geri de kalan sesleri susturuyordum, bir ben kalıyordu, bir de ben.
sonra bu sabah yataktan kalktığımda kendimi meşgul etmeliydim, evren beni müziğe çağırdı, kaçmam kendimden kurtulmam lazımdı, kimseden değil, öncelikle kendimden. içimdeki iç savaşa bir süre ara vermeye karar verdim ve play tuşuna dokundum. sabahın ilk şarkısı çöl takıntımı tetikledi, sonra bir internet sitesinde gene bu şarkı, sonra başka bir blogda gene bunu gördüm. evren anladım bana bişey anlatmaya niyetlenmişsin ama algım kapalı, gözüm kör şimdilik.


beyabân bârânın yaşı gözümün özü bednam salmış hüzünümün yüzü gülsün
ahval'im suskun dokunan bana mendil tutsun.
beyabân fırtınan beni kavurur göz yaşın kum olur dağılır
kumuna tozuna karışır biraz merhamet eyle etme.. eyleme..
s.

...

çölün tozları kapladı

üzerinde yemeye zamanımız olmayan


masayı.fakat parmağımın ucuyla


adının harflerini yazabildim toza.

güne not

bir gün ayrıldık ve sevilmekten eskimiş bir renk gibi hissettim kendimi

23 Eylül 2009 Çarşamba

susarak

güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde....
duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...
ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde .....

ayrılık



kaç gecenin çölüdür bu ayrılık
kaç şiirin dölüdür üstüme
örttüğün bu ince sessizlik
kalbim alış artık, kır kendini
kendi duvarında, sesini
kendi duvarına haykır.

tesadüfen birbirine rastlamış
başka başka aşklarsızın siz artık
geceyle gündüz gibi birbirine
ayrılmış. O ki rüzgar, bir zaman
senin çölünde kumlar uçurmuş,
o ki gece ve esmer, görmüyor
sahrayı, sesi içinde karışmış.

her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
kendi sabrını deneyen taş,
kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
kül koy şimdi yanına korunun
seni kavuran onu da yakmasın.
aşkla besle kendini, gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.


b.k

misery is a butterfly

22 Eylül 2009 Salı

is all that we see or seem but a dream within a dream



kusursuz dünyalarının içinde ben koca bir kusurum elbet ama lidanil içince herkesten çabuk uyuyorum,hatta senden bile dedi yanımdaki koltukta oturan kadın, gıkımı çıkaramadım bana bakışını izledim uzun uzun .sonra gözlerindeki bakış boşluktan öfkeye dönüştü, susmak yerine konuşmayı denemelisin diye söylendi, hani kelimeler, nerde diye geçirdim aklımdan, ağzımı açmadım.

alnına konsun bu öpüş!
ve, şimdi senden ayrılırken,
itiraf edeyim ki-
günlerimi bir düş
sayarken yanılmıyorsun;
ama, umut gitmişse uzaklara
bir gece ya da bir gün
bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
fark eder mi bu yüzden?
bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
yalnızca bir düş içinde bir düş.

kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
haykırışları içinde duruyorum:
ve altın kum taneleri
tutuyorum avucumda-
ne kadar az! ama nasıl da
süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine
ben ağlarken - ben ağlarken!
ah tanrım! daha sıkı
tutamaz mıyım onları?
ah tanrım! tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız
dalgadan?
bir düşün içinde bir düş mü
bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?

e.a.p

gece ve müzik


*ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin;
yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına
parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi
ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
şimdi saat on iki
şimdi gece ve müzik ...


tuhaf zamanlar yaşamanın arifesindeyim.verdiğim hiçbir karardan dönmediğimi bilenleri hatta kendimi bile şaşırtacak kararlar veriyorum.herkesin hayatını derinden etkileyen olaylar var şüphesiz ,başka biri duyduğunda dudak bükeceği, aman canım bu muymuş yörüngesini değiştirecek olay dediği türden şeyler.sadece durmak ,bakmak ,kitap okumak ,sakin ama haraketli olmak ,sessizlikle uyum içinde yaşamak,kendim olarak ama suçlanmadan var olmak istiyordum ve birden yüzümde rüzgarda dağılan saçlarım varken niye yapamadığımı anlayıp ,yaşam kolumu ters çevirdim.

kendim olmak ,kendi halimde olmak ne demek anladım.

bayram tebrikleri yazabilen biri olmadım hiç, niyeyse böyle zamanlar aileden başka birşeyi getirmez aklıma ve ailesi olmayanlar için, küs olanlar için ürker ve yaşayamadıkları sevinçlere takılarak bu günlerin coşkusunu yeterince yaşayamam. ne de olsa bayram pabuçlarımızı günlerce deneyip sonunda bayram sabahı giydiğimiz zamanlar ,mendilden yapılmış üçgen bohçalara büyüklerden aldığımız paraları koyduğumuz günler geride kaldı.çocukken pek anlayamıyor insan ,bayram avuç dolusu şeker yiyip,gece karın ağrısı çekmekten başka bişeymiş. geniş kocaman sofralar demekmiş bayram, kavuşma demekmiş, beklemek demekmiş. bunları yaşayabilenlerden oldum ben ,büyükbabamı namaz dönüşü yakalardık hep,sekiz katlı evin asansörünü bekleyemez kuzenlerimle yarışırdık. kaç insan gelirdi hatırlamıyorum bile ama bayramın o huzurlu ,mutlu ,kucaklayan anları hala içimi ısıtıyor.büyükbabamı kaybettik ve bir daha bayramlar asla aynı olmadı, amcamı, babamı, eniştemi kızgın tavırla bayram namazına götürüşüne, fötr şapkasının hep paltosu ve atkısıyla aynı tonda oluşuna bir daha şait olamadık. babannem bayramlara değil ama hayata küstü bir yerde ve unutmayı haklı kılan bir hastalık buldu kendine... şimdi bütün bunların yaşandığı kentten çok uzaktayım, bambaşka bir hayatın içinde, yetişkin bir kadın olarak bayram sabahı kahvemi içerken aklıma ilk gelen büyükbabam oluyor,babamı gözümüzde çocuk yapan büyükbabam ve kızım birden koşarak babamın kucağında alıyor soluğu,babamın giderek büyükbabama benzediğini görüyorum,ikisinin kahkahaları doluyor kulağıma.
çocukluğum dolanıyor ayaklarıma, gülümsüyorum.


umarım iyilik ve güzellik, mutluluk ve neşe getirmiştir bu bayram hepinize...

18 Eylül 2009 Cuma

tören giysileri



istek bir bıçak gibi girer gözlerine


ve çıkmaz...



çürümüş tören giysileri içinde
askıda salınan kökler.
biz denize düşürsek de ateşi
o hep yanar.
ıssızlık bahşeder karanlığa. Yanar.
tarih bir yanılgı olabilir diyor şair
insan bir yanılgıdır diyor tanrı.
çok sonra
bu toprakların kalbi kadar
çürümüş bir sonrada
insan bir yanılgıdır diyor tanrı.
ve düzeltmek için varım
ama geciktim.

ölü kızıl suyun dalgası
gece yürünen yol
ve yolcuların dağıldığı zavallı yeryüzü
salınan beyaz kefenler
tören giysileri.
ve bir koşu için gerekli tek şey
atın yelesidir.
aslolan,
şimdi ve burada
çürüyüp kaldık.

tanrı görmesin harflerimi
insan bir hata diyor durmadan
ve hatasını düzeltmek için
acı veriyor
sadece acı.

b.m

aşkın



yaşayamadığım birşeysin sen,

elinden tutup sokağa çıkamadığım

kış günü bir avuç kar süremediğim yüzüne

otlar ve çiğ damlalarıyla sevişemediğim

kımıldatmayan bir bakış, bir söz

tam söylenecekken açıp kapıyı

karanlık ağzımı ışıklandıran, yakan fotoğrafları

gümüş laleden masamda, birden leylak..

dirhemleyen sevincimi ışıktan tartacında

can alıp veren, su verip gönül yağmalayan

kurnaz bakkal, hırkama göz diken



yaşayamadığım birşeysin sen,
kokular dağıtıp

kendine yeni adlar yakıştıran

beynimde civa damlacığı, şehvetin sinir telleriyle

dokuyan kazaklarımı, göz çukurlarımı aşkın

tılsımlı gövdesiyle ovan

yastıkta bir yumak saç

boynu kıvrılıp ölmüş güvercin, dokunamadığım

şeylersin sen,


bitiremediğim...



b.p

17 Eylül 2009 Perşembe

yaz bitti


yazın bittiği her yerde söylenir

söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiçbir şey olmamış gibi

ağır, usul bir hazırlık başlar

uykuya başlar yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında

incelen yazın akşam esintilerinde

zaman usulca sıyrılır aramızdan

ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini

başka ne gelir elimizden

büyük bir uzaklığa gülümseyerek

geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri

yatıştırıcı rüzgârlar

dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını

saklar bizi

gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir"seni iyi gördüm" diyenler

biz de iyi hissederiz kendimizi

elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular

tozar gider zamanın boşluğunda

karışır anların kuytu belleğine

belki sonraları bir gün

hatırlanır aynı kederle

yazın bittiği her yerde söylenir

söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine

yaz biter

eskir geceler, serin hüzünlü

yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri

bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri

çıkarır sizi dalgın derinliğinizden

yaşadığınızı duyarsanız teninizde

bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz

sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları

ahşap pancurları

yaz bitti

bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti

yaz bitti

yüksek sesle söylüyorum bunu kendime

her yerde söylendiği gibi

yaz bitti

yaz bitti

hiçbir şey hiçbir şey

hiçbir şey

yalnızca üşüyorum şimdi


m.m

16 Eylül 2009 Çarşamba

canım sıkıntı sınırı



aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik... her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
n.m

homo homini lupus

kadir gecesi,kandil
hani hepimizi buluşturan ,inananı inamayanı murada çağıran kandil...
komşusu açken ,tok yatamayanlar eskide kaldı,kendi evladını bırakıyor el kapısına insanlar da dönüp bakmıyor.yolda düşmeye görün ,kimse elinizi tutmuyor.korkar olduk insan oluşumuzdan,geceleri kapımıza taktığımız kilitlere güvenemez olduk.yolda birbirimize selam vermeden yürür olduk.kötüydü,dayanılmazdı,zamanla alıştık unuttuk.en kötü günler anma günlerinde hatırlanan günlere dönüştü,o günler dövündük,ertesi gün güldük ,hayat dedik.ateş hep düştüğü yeri yaktı,bizim için ana haber olarak kaldı.
en son,az ötede birilerinin anası,babası,kardeşi,evladı çamur ve su deryasına kapılmış,ölmüş bedenlerinin üstünde çarşafla ambulans beklerken ,üç parça mal için kavga ettik ve insanlığımızdan vazgeçtik.

rabbim,
sana sığındık,bağışla hepimizi...

15 Eylül 2009 Salı

ebedi unutuş

"her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir mâsum, gördüğü anda o’nu tanıyabilirdi. bunun için belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu. ölmek aslında, içindeki şarabı tamamen döküp billûr kadehi boşaltmak gibi, her şeyi ebedîyen unutmak ve artık hiçbir şey bilmemek demekti"

14 Eylül 2009 Pazartesi

güne not



insan kendi kırılganlığının sınırlarını biliyor ama tarif edip sınır çizemiyor işte.senin için basit sıradan olan şeylerin benim için kıyıcılığını hani kelimeyle sınırlamaya kalksam ,hangi cümleye sığdırmak istesem olmuyor.o yüzden ben duvarlarımı gösterdiğimde ,seni kırıyorum, senden saklıyorum sanıyorsun ,oysa ben sadece avuçlarım daha az kanasın diye çabalıyorum,kendi içimde.

11 Eylül 2009 Cuma

yalnızca kanatlarına güven


aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim

sırt çantalı bir duman gibi

bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz

bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi

istemediğimiz yerlere giderse aşkımız

sevgilim

yalnızca kanatlarına güven



kendi yarattığımız boşluğun ucunda

sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam

ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman

yürüdüğümüz yollar daralırken

çökerken altımızdaki merdivenler

sevgilim

yalnızca kanatlarına güven



sevdalılar bilir

bir kuş yağmurudur ilkbahar

sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar

çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın

ve ağzımızın içinde dağılır aşk

sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar

bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim

sevgilim

yalnızca kanatlarına güven


elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için

dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan

ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta

ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan

sevgilim

dökülürken tüyleri savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin

her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını

ve yalnızca kanatlarına güven


götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı

şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin

alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur

dünyanın paslanmış sırtında

ve bensizliğe havalanırken

korkma sevgilim

sevgilim

yalnızca kanatlarına güven



a.a

8 Eylül 2009 Salı

güne not


kim istemez mutlu olmayı

mutsuzluğa da var mısın?
c.s


siz,saatleri


Siz, saatleri yaşadınız. Zamantaşlarını. Niceldir saatler. Adsızsırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar.

Aylar birbirinin içinden yürüyebilir. Ağustosta bile Marta gönderme vardır. Yine de gönderme mevsim mantığıyla sınırlıdır.

Günlerse bambaşka. Bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok. Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde.

Siz, saatleri yaşadınız. Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım.

Aylar ayları açıklıyor.

Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor.

Açıklanmayan tek şey aşk: En büyük sayrılık ve en büyük sağlık.

Günü tam gelmemiş olarak bir yanını gizleyen duygu.

Denetçi anlamaz, tarihçi atlar, terzi bir araya getiremez, sanatçı elden kaçırır.

Kent yıkılıyor. Sokaklar uçtan uca kazılmış. Sesimiz radyasyon içinde. Mühendisler geldiler; kedi resmini bile cetvelle çizerler. Gözlem evinde art arda mevsimler sökülür.

Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza koydunuz.

Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir.

Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu.

Gerçek neydi biliyor musunuz: Her şey.

Yüz yıl sonra bu gün yaşayan hiçbir anne, hiçbir sevgili, hiçbir bebek, hiçbir bıldırcın, hiçbir balina, hiçbir örümcek, hiçbir aslan, hiçbir ceylan, hiçbir yılan var olmayacak. Ayrı bir kardeşlik kanıtı değil mi bu? Hayat kanıtı. Birbirimizin her yönden çağdaşıyız.

Siz tebeşirle kara tahtaya ne güzel yazan.

Kuzular için özel bir bölüm açmayı da hiç unutmayan.

Saatlerle yaşadınız. Düşlerinizde doğulu bir ressamın elinden çıkmış ağırlıksız yapraklar.Kızböceği de göründü. Gece de uçmaya başlamış.

Bakır kaptan günlük kokusu yayılır.

Geceyle birlikte.

Gece de.

Sen Serpin, sen Nuri, orda burda nasıl dolaştırdınız. Benziyordunuz. Aynı kişi miydiniz?

İki din var: siyah ve beyaz. Gerisi? ..

5 Eylül 2009 Cumartesi

güne not



birden gülüşünü hatırladım, sana bişey anlatıyordum, gülmeye başlamıştık ve sonra kesememiştik, alıp o anı kasaya koymak istemiştim,çınlayan tınıyı.... içim huzurla doldu,gülüşünü hatırlayınca. ne zaman unutuyoruz, ne zaman hatırlıyoruz... uzuvları kesilen kediler ,kayıp parçanın varlığını önce unutur sonra hatırlarlar ve buna göre gelişir her davranışları.insanlar unutmaz, insanlar inkar eder bildiklerini.beyninin her hücresine kazınmış anları inkar ederek başlarız işe.unutmak çok sonra gelir ama bilinenler acı verdiğinden üstünü örtmek görmemek isteriz. birine ait eşyaları saklarken ,üzeri örtülür hep,resimlerin,eşyaların....ama toz olmasın diye,zamanın izleri sinmesin diye, çekili perdelerin arasından sızan güneş soldurmasın diye. ben de senin üstüne örtü örtüyorum, seni unutmak için değil, hatıralarım tozlanmasın diye.solmasın diye gülüşün zihnimde, seni hep taze tutmak istiyorum içimde.bir gün gelip kaldırdığımda örtüleri ,sen orada her renginle var ol diye.


"seni hatırlamaya başlamam gerekecek

bir başkası keşfetmeye başladığında seni,

çoraplarının üzerinde bacaklarının birleştiği yeri

ve gülümsediğin anları.

çok sonra göreceği düşlerin

ilk sahnelerini oluşturmaya başladığında biri.

ve unutmam gerekecek seni

bir başkası hatırlamaya başladığında

bir başkası keşfetmeye başlarken seni.

ve hayatım bomboş, tüm yaprakları koparılmış

bir çiçek gibi: seviyor, sevmiyor, seviyor.


ve yalnızlık, seninle hiç birlikte bulunmadığımız

bir yerde bulunmaktır ve yalnızlık unutmaktır

böyle olduğunu senin: iki kişilik bilet almak isteyip

bir başına yolculuk etmektir otobüste.


şimdi resimlerin gibi aynanın da örtüp üzerini

uykuya yatacağım. göklerdeki kuşlar

uykumun etini yiyecek. içimdeki köpekler,

kanımı yalayacak. hiçbir şey görünmeyecek dışardan"

yay

derinden sesler geliyor
durduramaz beni aşkın
bekle geçinceye kadar
yayı daha germe kıracaksın.

karanlıkta kımıldayan düşünceyi
göremez sendeki göz
örtülere büründüğüm şu anda
düşmüş senden kumaşlar çıplaksın.
eser serin bir rüzgâr
sen çok sıcaksın
koptu senden ellerim, köprü yıkıldı

seni benim tarafa nasıl alabilirim
uzaksın.

geceye not...

kalbime sapladığın hançeri az önce yerinden çıkardın sen
tek bir sözle...

kanı gömleğine sildin!

eylül akşamı - b.ortaçgil,teoman

4 Eylül 2009 Cuma

sabit tutku


sabit tutku diyorum çünkü, değişmekten, hareket etmekten, kendi kendimle çekişmekten, ilerlemekten, gerilemekten, gelişmekten, evrim geçirmekten, kaymaktan, azalmaktan, şişmanlamaktan, zayıflamaktan, yaşlanmaktan, gençleşmekten, durmaktan, tekrar yola koyulmaktan yoruldum, sonuç olarak yalnızca bu tutkulu sabitliği takip ettim. beni yaşayanın, beni ölenin, beni kullananın, şekillendirenin, terk edenin, geri alanın, evirip çevirenin o olduğunu söylemek istiyorum. onu unutuyorum, onu hatırlıyorum, ona güveniyorum, o benim içimden bir yol açıyor kendine. o ben olduğumda, ben kendim oluyorum. beni sarıp sarmalıyor, beni bırakıyor, bana öğüt veriyor, kaçınıyor, uzaklaşıyor, bana yeniden katılıyor. ben onun suyunda bir balığım, onun çoğul isminde bir ismim. benim doğmama izin verdi, beni nasıl öldüreceğini de bilecektir.

3 Eylül 2009 Perşembe

yaz sonu


sukürenin perisi sen; sen, taşkürenin avcısı,

bir kişi daha olsa yanınızda

siz orda öpüşürken,

ne diyorum bir kişi daha;

alamut kalesinde öpüşürdünüz.

ona göre gelişirdi her şey,

yeni bir güzelduyu açılırdı

bir töre cançekişirken.
*

karagözlü hançer, sen; sen, mavi bakışlı kılıç,

unutulmazlarınızı dökerken birer birer,

iki kişi daha olsa yanınızda,

ihri'nin vuruluşu ve çantası

ve elindeki tuğla da gelirdi gündeme;

daha sonra kesilen barsağı, iki metre;

kediler uzaklaşırdı ısrarla camdan bakan;

ne diyorum iki kişi daha.
*

kavaldan akan gökyüzü, sen; sen, düşten geçilmez bahçe,
sınıf arkadaşları, şarap ve tüzük kokan,

dağın Eskisi'ne iki vadiden seslenirken,

ne diyorum beş kişi daha olsa yanlarında,

ama her şeye üçünün bileşkesine varan;

ne bilim-sanatı Hayyam'ın, ne siyaseti Nazım'ın,

ne yiğitlik, ne aşk...

bir şey kalmazdı tek başına.

ahırlarımızda her zaman sana ayrılmış bir at vardı.
*

ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye,

çok şeyin adı küçük yazıldı;

silinmez anlar vardır,

karşı konmaz özlemler,

ben şimdi ne istediğimi de bilmeden artık

bağırıp duruyorum ya, şurda,

sen yaz sonu ilan eden güzel keten,

güneşten yırtılmış caz,
sen!



c.s

not

"Ben, gözlerimi açtığımda ışığı gösteren ve kapattığımda heryeri karanlığa gömen kişiyim."

2 Eylül 2009 Çarşamba

siesta




buhurumeryem

kara saten bir çarşafa
altın bir haç çiziyorum senin için.
yokluğunu böyle ifade edebilirim ancak.
gözlerimi büyük büyük açıyorum
meleklerin üflediği o cam parçacıkları
rüzgârına.
gelmiyorsun.
kara yağız atlar geliyor soğuk odama.
düşen göktaşları geliyor.
gözlerini karalarla bağlamış
melekler geliyor. sen gelmiyorsun.
nedeni yok işte. yok hiçbir nedeni.

ve şimdi

ve şimdi ,
sen ile ben ama asla biz değil....

"dallarından koparılarak aynı buhurdanlığın içine konmuş iki salkım,
malta eriği ile mimoza baharları, gibi

--yanyana ve kupkuru

kokusuz..."

1 Eylül 2009 Salı

aşk bu gece şehri terk etti- cem adrian

ironi

uykusuzluk bazen aşkın ilk günleridir
ama sadece bazen
bazen de son günleridir

ne yapsan olmuyor

ben seninle burada yaşlanabilme ihtimalini seviyordum

hayalin sahibi artık olmadığında,bir tür saksısı kırılmış bitkiye dönebiliyor hayal ve saksıyı değiştirseniz bile narin bitkiniz inadına o saksıyı sevmiyor,sevemiyor.durup soluyor işte.

eylül,ben buradayım dedi

eylül bugün ben buradayım,geldim,aranızdayım dedi.hava kapalı, deniz mükemmmel ...
bir de yağmur yağsa şimdi...

an

sana öfke duymadığım gün
tamam diyeceğim
o gün
bugün değil!

buyur burdan yak!


sıkıcı veya trajik ilişkiler bir ten, iskelet, koku ve ses hatasıdır. duyduğu can sıkıntısına rağmen ısrar eden kişi, inanmak ister, şunun veya bunun onu rahatsız ettiğini itiraf edemez kendine, tüm bunları da tutku, sahiplenme diye adlandırır...


gerçek tutku sebepsizlik ve dinlenmedir, durma, susma, yok olma kolaylığıdır.


p.s