13 Eylül 2010 Pazartesi

güne not


güneşe yenilip vaktinden önce sararan yapraklar, vakti geçmiş bir hasadın ardından anızların etrafı yanık kokusuna boğan dumanı, mısır tarlasında koşturan elleri kirli çocuklara bakıyorum kısık gözlerimle, yol çizgilerin geride kalmışlığına inat, kıvrılarak yukarı çıkan dağ yolunun görünen kısmında tek tük araba sesleri...

gidip gelen radyo frekansları arasında bir adam, yüzümde yüzünü görmek istiyorum diyor, şarkı yarım kalıyor bitimsiz yollarda, oysa bitmeyen sözlerimiz var birbirimize, bir bakıyorum günler kısalmış...

sarının her tonu maviye karışıyor, biliyor musunuz, sarı güller ayrılık demek değildir.

y.

(tıklayın&dinleyin)

7.



ilk buluşmalarımızdan birinde, sana şuna benzer birşey söylemiştim:-

"şimdi yapmamız gereken, yalnızca ikimize özgü, bir yeni dil geliştirmek, kurmak, yaratmak - öylesine ki, bir üçüncü kişi, bizim birbirimize söylediklerimizi işitecek olsa, bunlardan hiçbirşey anlamasın."

sen, o herzamanki, kavramaya çalışan, hayretli bakışınla bakmıştın yüzüme - çok sonra da, ilişkimizde  epey ileri bir noktaya geldiğimizde, bana, bu söylediğimi anımsatıp, "o gün ne kastettiğini anlamamıştım; şimdi anlıyorum" demiştin.

gerçekten de, sonradan bizim birbirimize iletilerimizi raslantıyla işiten birileri olmuştu; söylenenleride tamamen yanlış anlamışlardı.

( ey okur: sen de aklından çıkarma, burada yazılmışları okurken : yanlış anlaman işten bile değil; hatta, doğru anlaman, neredeyse, olacak iş değil ...)


o.a