10 Şubat 2011 Perşembe

oysa belleğimde, gökyüzü yerinde duruyor mu diye pencereyi açıp kendi içini yoklayan bir insan görüntüsü vardı


şişhanenin taksim merdivenleri tırmanırken duydum müziği ( paul chambers - yesterdays), gülümsedim. kulağımdaki müziği kapatıp, ayaklarımın götürdüğü müziğe sürüklendim. kahve kokusu beraberinde geldi, fındık, tarçın... insan kendini bir büyüye kaptırmış giderken hayal ediyor. hava kararmak üzere, rüzgar uçururken atkıları, telaşlı bir kalabalık yürüyor tünelden istiklale, üşümüş. tramvay sislerin arasında bir geçmiş, şemsiyeleriyle madamlar inecek sanıyorsunuz.
sevdiğim şeylerin bir kısmı şu küçücük meydanda toplanıyor. hayatı ta içimizde duyumsadığımız yerler var, kokular var tanıdığımız, inceliğin ruhumuzu bir kelebek gibi tuttuğu. lale plağa sürükleniyor ayaklarım. işte buranın bir kokusu var ki, kendinizi evinizde hissettiren, kapıda sarman dolanırken ayaklarıma gülümsüyorum.keyifle dahası güvenle okşatıyor başını.bir adım sonra başka bir parça (you'd be so nice to come home ) geliyor, hah şimdi tam oldu, yatıya kalırız ısrar olursa diyorum, kahkahalar atıyor önümdeki grup. mutlu yüzler dükkanı burası, insanın kendine hep katarak ayrıldığı, ruhunu müzikle doyurduğu, bir an dünyanın tamamını böyle sandığı bir yer. oysa belleğimde, gökyüzü yerinde duruyor mu diye pencereyi açıp kendi içini yoklayan bir insan görüntüsü vardı, az önce tam da bu vardı, şimdiyse bütün dünya gülümsüyor içime.


incelikler yüzünden diyorum, unutulmuş incelikler yüzünden, lale kokuları doluyor burnuma, alabildiğine kırmızı.


p.s; parça adlarının üstüne tıklarsanız, siz de müziği duyarsınız.
sıcağı sıcağına kafelerde post yazan y.

sır kâtibi



sır yoktur, dedi.
sır ertelenmiş bilgidir yalnızca. tanrı'nın bildiğini herkes bilir;sadece bilmek istemez. erteler, geciktirir, oyalar, kendinden saklar; görmezden anlamazdan gelmek ister.en korktuğu şey ölümdür insanın, değil mi? oysa insanlar aslında ölümsen sonra ne olduğunu çok iyi bilirler.yani hiçbirşey olmayacağını. yalnızca ölünmüş olur. hiçlik. o kadar. insanlara ağır gelen gerçeklerdir, sırlar değil.bu yüzden gerçekleri sırlaştırılar. katlanabilmek için. varolmaya, yaşamaya katlanabilmek için. sırlarla, gerçeklerle olduğu gibi başedilmesi gerekmez.  sırlar yorgunluk vermez insana.
kimsin sen? dedim.
bu öyküye nasıl sızdın?
birilerinin içeri sızması için aralık bırakılmış kapılar değil midir öyküler, dedi. içine ses olarak üflenen, sayfana harf olarak düşen sır'dan bir parçayım belki de... al beni bir başkasına ver.
unutma, sır başkalarına vermek içindir.

m.m

katibul-esrar





(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)

çünkü ben sırların katibiyim. katib-ül-esrarım. kalplerin sırrını yazarım. sırrını kuşandığım kalbin yerine yaşıyor olmayıp da ölüyor olmam bundan.

sırrını kuşandığım kalbin aşkını da kuşanırım. güvenilirliğim, kalbi kuşandığımdan.

güvenilmezliğim, kalbi kuşanırken aşkı da kuşandığımdan.

ben ki, yaptığım işin çoğulluğundan sıyrılıp da kendi tekilliğimin çekimine büründüğüm anda, aşkını kuşandığım kalp, o da artık tekil bir padişahtır. bir gece çok ağlarsa tarihler bunu yazar.
ben bir sır katibiyim oysa.
cismim gibi adım da sır.
bir gece çok ağlasam tarihler yazmaz bunu.

tarihler yazmasın. ben kendimin tanığıyım. hep başkalarının kalbiyle sevdim. başkalarının yerine hissettim. lisan bilmez bir mütercim ya da büyülenmiş bir büyücü olmadığım bunca ortada iken sırrımı henüz kimseler yazmadı benim. sağımdaki ve solumdaki melekler, yani ki sırrımın katibi olan ve bir gece çok ağladığımda bunu yazan meleklerin dışında. ben sırlar katibi, katibul-esrar. yıl iki bin, isa'dan sonra, bu gece çok ağladım, mevsim ocak, gün unuttum... "

n.b