now pull up a chair and sit on the floor
one fine day in the middle of the night,
two dead boys got up to fight;
back to back they faced each other,
drew their swords and shot each other.
uyandım.. 2.48... yemin edebilirdim çatıdaki tıkırtılara, fareler diyebilirsiniz ama modern binaların kaderinde bu yok. uyandım 2.48di. rüzgar sadece esintiydi, mart' a rağmen sıcaktı, camı araladım, karşı binanın hala ışıkları açık. 2.48 uyandım ve yemin ederim kırmızı şaraptan değildi, yağmur camlarda dağıldı. evren kendini sıcak, ılık bir yağmura, sokakta koşuşturan olmamış ruhlara bıraktı, ben gözlerimi kapadım. aynı anda pek çok şeye yenik beynimle. sokakta olmayı istedim, gölgelerin arasında kaybolmayı, sonra korktuğum kadar korkmamayı istedim ve bunu söyleyebilmeyi.. çok ani oldu birdenbire, bir kedi korkunç sesler çıkararak ve ondan daha korkunç gölgesiyle çöpten çıkıp diğerine tısladı. gölgeler, fısıltılar, ışıklara kanan martıların çığlıkları, şileplerin sesi, sokak köpeklerinin havlamaları. kalktım, dolabı açıp soğuk su şişesine uzandım, kış mevsimi içiminin kaynamasında önemini yitirmişti. içimdeki küçük çocuk birden çocuk sesiyle hatırladı, saat ikikırksekizdi ve yemin ederim beynim konuşmuyordu benimle.
"as i was going up the stair/ i saw a man who wasn’t there /
he wasn’t there again today /oh, how i wish he’d go away...
parmak uçlarıma basarak odaya koştum, kapıyı sertçe kapattım. örtünün altına döndüm, gözlerimi kapadım, bir ses bir fısıltı, sabahın ışıkları görülmemişken kuşların şarkısı.
"i watched from the corner of the big round table,
the only eyewitness to facts of my fable;
but if you doubt my lies are true,
just ask the blind man, he saw it too."