(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)
acılarının iç açılarını topluyorum, çok büyük çıkınca korkuyorum matematiksel yanlışlarımın gözyaşlarına sebeb olacağını düşünürek. insan kendinden önceki acılarla başa çıkmayı nasıl öğrenir, bakıp bilmek istiyorum google'a. havanın soğukluğu berraklığı demek, bir gece yarısı içimizi döktüklerimize hayatımızın en önemli sırlarını verdiğimizi bilmeden atlayıp geçiyoruz çoğu kez. farkında olmadanöylece durup orada tam da olunması gerken yerde, soluklandım, sırlarımı anlattım, sırlarını dinledim. hiç yaşanmamış gibi anları atlamakta üstümüze yok, oysa bildiklerimiz acıtmıyor mu kalbimizi. insan sevdikçe yaşamın yarattığı tahribatı dokunup alıvermek istiyor ama bu yapılamaz, sadece hafifletilebilir. acı eskir, hafifler, unutabilecek kadar kutsal değiliz hiçbirimiz. unuttuk sandıklarımız bir gece yarısı dökülen bir bardak şarapla, çalan bir melodiyle, yanımızdan geçen bir kokuyla dikiliveirir önümüze. öylece kalakalırız. öylece, bildik bir his yalarken içimizi, durur ve geçmesini bekleriz, binlerce volkan aynı anda patlarken, görürken hep aynı kara kediyi, kalp krizi gibi.
sadece masa, masanın üstünde dumanı tüten kahve fincanına uzanırken gördüğüm çizik üzerine düşündüklerime şaşıyorum, elimi o çizikte gezdiriyorum, şimdi o çizik yıllarca silinip, kullanıldıkça dolacak. bir zaman sonra çizildiğini bile anlamayacak hiç kimse, oysa yaraladık masayı çoktan. hiçbirşey onarılmaz, herşey kendini yeniler eskirken. kışı eskiten bahar gibi, şimdilik yeni doğmuş kediler yok ortalıkta. yakın, çok yakın zaman, yeşil çimlere, badem ağaçlarına, şımarık eriklere çok yakın. eskitmek için hazırız, yenilenmek için, ellerimiz, yüzümüz, saçlarımız hazır. kırılıyor aynalar, kırılıyor kar,yağmur, kırılıyor erirken sular, kırılıyor eskittiklerimiz bir daha ki sefer için. hazırız kışı öldürmeye...
sular kayboldu büyüde, büyü tüldü tül
siyah, kendini gösteriyor, kapanır
yalnızlık dizlerine... gel, gömül
tenine... o tenin ki, zaman’dır...
maide ve siyah, olur elbet, kınından
çekilir gibi yollar... sularda ayna sesi!
âh, gökler bıkar gider kendi erguvanından;
bir aynaya dönüşür ötekinin gölgesi...
ve siyah... ayna düşer! aynayla birlikte
herşey kırılır!
ne kalır geriye aynadan, söyle, ne kalır?
geriye kalan âh, sadece yalnızlıklardır...
aynalarmış gibi yapan aynalar!..
sır biziz, aynalar sırrolacaklar...
h.y
3 yorum:
uzun up uzun bir yazı yazmıştım sana, burada olmaması gerekiyormuş ki uçup gittiler. canları sağolsun. senin de... iyi ki varsın...
.novella, demek ki cümlenin kaderinde yazılmak yokmuş, olsun, burdayız ya,iyi ki, buradayız.
Böyle sevdik kendimizi. Bir gece yarısı, renginin yeşil olduğuna inanmak istediğimiz yağmuru sever gibi. İnanmak ve kendimizi sevmek istediğimizdendi bu unutmayı yadsıyış, yaşanana, ve o sırra dönüşenlere,gecelerinden birinde; hani o bir anda büyüdüğümüz günün.
İşte böyle var oldu geceler, kendiliğinden. Kahve bardağına uzanırken, bir çiziği düşünen birinin dudağının bir kenarında beliren ince bir gülümseyiş iziyle.
Eğer,başka yaşamlarımızdan, yenilenmeden, dönüşmekten, saçılıp dağılıp, yine derlenip toplanmaktan söz açacak olursak, bu biraz da onarılmamak yüzünden değil mi ? Bir yanda yaşam dururken öyle sere serpe, kim isterdi "iyileşmeyi" bundan daha fazla ?
Yağmurla ilişkim tuhaf bu akşam, yağdığını biliyorum da, damlalar görünmüyor, ya da kaçırıyorum onlar düştüğü sırada.
Bahar rüzgarında, erik ağaçlarının eski güzel yeşilinde, tekrar döneriz bu konuya belki.
Sağlıkla.
Yorum Gönder