9 Haziran 2009 Salı

dead and lovely - tom waits


hüzün


gitme vaktimiz geldiğinde taşındığımız aile evlerindeki odalarımızın durumu ne hüzünlüdür,değiştirilemeyen ama yaşanmayan oda,yaşadıklarımızını izlerinde.tek kişilik ,çok insanlı yataklarımız ,komidin,resimlerimiz,küçük porselen biblolarımız,bugünkü kadar iyi bakamadığımız ve zaman zaman üzerinde ağladığımız kitaplarımız,o zaman çok kıymetli olan ,bugünse kimsenin okumaya gerek bile duymadığı günlüklerimiz,biz olan ama bu oda da kaybolan küçük çocuk gibi ,kimsenin umursamadığı ve bir zamanlar utancımızın, sevincimizin,ilk aşkımızın izlerini taşıyan defterler. bizden izler taşıyan küçük kalelerimiz.
ne zaman dönerseniz dönün oda sizi bekler,anneniz ,babanız sanki siz çocukluğunuza dönebilecekmişsiniz gibi odayı,kapıyı kapattığınız gün gibi muhafaza etmeyi severler,belki onlar içinde sizi tamamen koruyabildikleri yıllara en büyük kaçışın kapısıdır bu oda.(ne zaman gitsem babamın duyduğum parfümü gibi,ben burda olduğunu biliyorum ,o biliyor ama asla konuşmuyoruz.dillendirilmeyen en güzel şey bu olmalı,babamın beni özlediğinin en büyük işareti ,bu oda.)
halbuki oda sizin değildir artık,o odanın içinde yaşayan siz ,çoktan gitmişsinizdir,şimdi burada parmak uçlarıyla eşyalara dokunan başka biridir ve siz kendiniz ,kendinize ait bir çocukluğa uzaktan bakarsınız.
tam olarak hissettiğim buydu,çok eski bir yatak örtüsünün üzerine kıvrılıp bacaklarımı kendime çektiğimde,bu oda da yaşayan küçük kızın çoktan öldüğünü anladım.evlerin hep en küçük odasını seçerdim,kimsenin istemediği küçük odalarda saklanır,kendime ait bir dünya kurardım.şu elinde top çeviren porselen palyaço biblo,ona gözüm gibi bakardım,taşınırken onu sardığım kazağın koyduğum katmanların haddi hesabı yoktu.onu çok beğendiğim gün dün gibi aklımda,bütün detaylarıyla,dedemin elindeki fötr şapkasının rengi ,annemin hayır diyen sesi bile.ve sonra dedemin onu ölmeden önceki son doğum günümde o tuhaf yaldızlı paketin içinde bana verişi ki,ambalaj kağıdı hala şu herkesin kendine yaptığı o küçük sandıklardan birinde saklı,onu vermek için altıyüz kilometreden fazla yol gelmişti dedem. sanki dünyanın tüm hazineleri bir anda benim olmuştu. sanki ben dedemin krallığında bir prensestim ve ne dilesem oluyordu,asla incitilmiyordum,düştüğümde dizlerimin kanamasına asla izin verilmiyordu,şımarık olmuyordum ama çok kıymetli olduğumu hissediyordum.tıpkı bahçeye kurduğu salıncağa en çok benim binebilmem için uydurduğu oyunları gibi.sonra şu klimt tablosunu aldığım gün.tabloyu çerçeveleyen adamın tablodan haberi bile yoktu ve asma ipini dikine değil enine takmıştı.adama ,iyi ama yatmıyorlar ki,dizlerinin üzerindeler dediğimde,sadece bir homurtu duymuştum. bu odanın her eşyası benim çocukluğumdu,genç kızlığım.çocuk gözyaşlarım,genç kızlık sancılarım,bu oda şimdi varolmayan bir "ben" di.

işin tuhafı ben ne zaman kendimi özlesem ,bu yatakta yatıyorum.koşarak buraya geliyor,uykum var,yolculuk beni yordu diyorum.ve bir an bu kapıyı açtığımda ,sadece bir an,uçuşan saçlarım ,üzerimde mavi kapitone elbisem ve rugan ayakkabılarımla bu aynanın önünde, o umutları ve kocaman hayalleri olan kız çocuğu olarak var oluyorum.ve o bir an,herşeye bedel olan an. ondan sonrası yabancılık,başka birinin hayatını okuma.

sahi nerede kaybetmiştim ben şu küpenin tekini?