16 Temmuz 2010 Cuma

güne not



"bir kabuk içinde

birbirinden ayrılmaz

aşk ve acı yüreğimde

ikiz badem içidir."
 
diyor m.a
 
 
"öyle sevdim ki seni


öylesine sensin ki!

kuşlar gibi cıvıldar

tattırdığın acılar "
 
diyor
 
c.s
el yazımın uzadığı defterler, sayfalar, dağılan mürekkebin kokusuzluğu, kalabalığa rağmen zaman zaman gelen, ben burdayım diyen ıssızlık...
 
akşam üzeri evlerin gölgelerine bakıyorum, kuşlar havalanıyor çatıların arasından, mavi bir bulut şekil değiştiriyor kaçarken akşama ve birden pina bausch söylemeye başlıyor some day he'll come along, the man i love... gözlerimi kapatıyorum, hemen arkasından ella, he'll look at me and smile; i'll understand,  and in a little while, diyor, ardından billie holliday... üç farklı kadın üç farklı kalp, söyledikleri aynı... vurgular nasılda değiştiriyor imgelemelerimizi.  ağzımda kırmızı şarabın tadı, oysa kahve ve likörün kokusu siniyor üzerimize.  şarkılar ve kokular... hemen arkasından tea for two başlıyor anita'yla, gülüyorum...  sonra coltrane çalıyor, frank sinatra söylüyor farklı zamanlarda,

it doesn't matter where you are


i can see how fair you are

i close my eyes and there you are

always...

 devriliyor gölgeler, uzuyor, kısalıyor, akşam sefaları açıyor, kapanıyor, kokusu değişiyor mevsimlerin, kalbimiz hep aynı yerde çakılı, hep aynı şeyin esiri...

kanama


kumunu yitirmiş bir çölün hüznü

önemlidir bir düş'ün depreminden

ölümün sevinci her silah sesi

kalbimde çalkalanır bir deniz bunu bilmekten.



yüzünü yerinde kullanmıyor sevgilim

dalgınlığını da,

onda bir geyiğin dağlar kadar korkusu

kanı görünüyor bir avcının dürbününden

toplardamarında doğurgan bir acı

inciniyor zamansız gökyüzünden.



sessizlikten öğrenmiş tutkuyu

ayrılıkla şakalaşmaktan

aşkı bir şarkıya uğramış durmuş

taş sözcüğünü duyunca kırılan cam gibi paramparça

bir bakıma göz ağrısı.

çam kokulu dudakları değince ağzıma

kar diner, çiçek açar kasığındaki sudan.



onu durmadan anımsamak bir kanama mı?



nereme dokunsanız gül tadında bir sancı.
 
v.ç