2 Mart 2011 Çarşamba

sakinim bütün gece boyunca,başımı değişmeyen düşüme koyunca...




ilkin bir kadını kestiler soyup giysilerini

sonra kitapları yaktılar, suları kestiler

su bir ulusun özlemidir bu yüzden dağlara bakarlar

bir silâh olarak alınır satılır

ve ıslatır esirgemeden bir rençberin boğazını



oysa ay bir ateş gibi yağıyor

usul usul terliyor bir batık gemi

kan sızıyor bir halkın dinmeyen uğultusundan

ve eskiden bir şehire girdiğimi hatırlıyorum

bir şehire yerleştiğimi hatırlıyorum

rüzgârın eskittiği bir şemsiyeyle

suyun paslandırdığı bir silâhla

herkes gibi bir avuç bedenimle

yarım dirimler yarım ölümler taşıyarak

bir denizin altından

oldukça ağır bir denizin altından

ağzı tıkalı bir sürahi gibi

suyun yüzüne çıktığımı



şimdi artık neyi hatırlasam bir anı oluyor

örneğin bir adamın içkiye düşkünlüğünü

bir kadının sunuluşunu soyularak

kanım mı hatırlatıyor ben mi üflüyorum

gidip toparlıyorum bir yerlerden başkaldıran gölgemi



diyorumki ey batık gemi

artık kar yağıyor güvercinlere

sokak alışılmış düzenini sürdürüyor

harcayan kıllı elleriyle

sunak kan içinde, kan içinde sunak

alıp boyuyor gövdemizi



sokaktayım ve herkes alışkın

hatta bekliyor onu durmadan

bir soylunun serinleme alışkanlığıyla

bir ağustos akşamında

durmadan kurban, durmadan sunu

tükenmeyen açlığına düzenin

döğüşmeyi ve kanı hazırlıyor

aşkın son kertesini

onu, durmadan



şimdi ey eski gümüş, batık gemi, diyorum ki

her yerde seni hatırlıyorum durmadan

saat kaç olursa olsun, takvim ne derse desin

açlıkta, bir bıçağın kabzasında ve dağda

durmak istediğimi hatırlıyorum durmadan

itilirken ve dövülürken ve kovalanırken

güneş batarken ve doğarken

bir parmaklığa dayayıp ellerimi

durmak istediğimi hatırlıyorum durmadan

itilirken ve dövülürken ve kovalanırken

güneş batarken ve doğarken

bir parmaklığa dayayıp ellerimi

durmak istediğimi



sunak inceltir coğrafyasını

akşam bir dinginliğe benzer kendiliğinden



II.



dünyayı en çok sevdiğim zaman

her şeyi en çok unuttuğum zaman sanılır

çünkü kuşların güzle güneye gittiğine inanılır

oysa taş kırmanın ve otel inşa etmenin mevsimi yoktur

cepte tabanca da cigara paketi arar gibi aranır

adamoğlu hırçın bir kış gibidir

doğrusu hırçın bir kış niteliğindedir



birden akidesi parlayınca fosforun

dünyanın elbette sonu vardır

yani sunak temizlenir kandan

sunmanın önü alınır

en denize yatkın küreklerle

ustaca biçilmiş keresteler

ve usturlâpın en alâsı iskenderiyeden

ve haritanın en makbulu kanla yoklanan

sonu vardır



şimdi

bu böyle nasıl bir bahardır

bütün sürgünlerin lâhana olarak hesaplandığı

bütün harfler anlamını yitirmiş

bütün sokaklar geliş geçişe dardır

ve acılar bütün etkisini yitirmiş

gemiler bütün limanların uğraşı



III.



dünya bir sunaktır

sonunda kalemlerin bile sunulduğu

işte benim kanım ortada

akmıyor artık



IV.


sakinim bütün gece boyunca

başımı değişmeyen düşüme koyunca

lâleler kızıllaşır menekşeler morlaşır

sütçü gelmez kapıya vurmaz

gazeteci de öyle

bilirim

dünyanın sonu vardır

"olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla" der edip...



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)

"hiçbirşey kaybolmaz" dedi, rahip

ben buradayım, beklerim...


iki elimi de yüzüne sürüyorum ya, olsa olsa bundandır, güzelliğim...



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)


“erkekler kadınları seyrederler, kadınlar da seyredilişlerini"