6 Ocak 2011 Perşembe

derinde kör balık mavisi





gün kendini saklarken maviden siyaha, okuduğumuz bu işte. yaşamı algıladığım yerdeyim, kokusunu duyduğum yerde, öyle bir yerdeyim ki, duvarları yıkabilirim, dağları aşabilirim, durup istediğim renk görebilirim yeryüzünü kirpiklerimin arasından. uzaklardan duyuluyor yağmurun, karın, müziğin sesi, bir cizgi film seyrediyorum, güzelliğine hayran, çocuk olmak nasıl bişey hatırlayıveriyorum, beş yaşında gibi kıkırdamak mümkün, cadılardan nefret etmekte. maviden siyaha geçiyor gün, sesini duyuyorum, gülen, destekleyen, seven sesini, yıkılmaz kulelerin duvarları diyorum, sağlamız bu hayatta.


...




her şeyi suyun yüzü olduğunu mavinin güneşe karıştığı yerde

başka mavilerle birleştiğini suyun

ısındığı yerde



unuttum yokoldu onlar dip suları ısınmaz artık

bir yerde herşey bitti mavide yaşıyoruz



ben derin deniz balıklarının yüzüşünde kör dalgın

maviyle çarpıştığımız mavileştiğim balıklaştığı

körlüğümüzün aydınlandığı

yerde.


b.k

kediler


öğleden sonranın kış güneşine yenilen kedi, ne güzelsin sen böyle....



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)



kedilere benzeyebilseydik keşke. öyle diyesim geliyor sık sık, bu son

yıllarda. yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir

deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. bildikleri bir

yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince

katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabilirliğidir) o işe

sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa

üşenmeden gidip seyrederler yapılanları... uykularının hangi katındalarsa, o

katın uykusunu yaşarlar.


bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o

zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak

üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi

unutuveriyoruz. bir ereğe yönelerek, bir erkek düşüne kapılarak giderken,

sonraları -biz göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, yazgımız adı

verilecek bir dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini,

yerine konmazlığını şuncacık olsun farketmiyoruz. (bu yaşamın bölük pörçük

birkaç anısı bir iki yakınımızın belleğinde kalabilir ya, bunların bir

süreklilik, bir anlamlılık taşımış olabileceklerini bilecek tek kişi

-kendimiz- yokluğa karışmış gitmiştir artık). "farketmiyoruz" dedim, meğer ki

gerçekten sonumuza yaklaşmış olalım. yanılmıyorsam, kimimiz (yolun oralarında)

anlayıp öğreniyor kimi şeyi: susup dinlemeği örneğin... yaptığı, gördüğü,

işittiği her şeyin ağırlığını bir yerlerinde duymağı; bir çocuk gülüşünün, bir

güneş sızıntısının, bir gözyaşının avuçtaki yuvarlıklığını, ferahlatıcı

serinliğini, sayısızlığını ya da sayıya gelmezliğini; mutluluğun, acıyı,

sevinci art arda ayırım yapmaksızın yaşamak olabileceğini... hele biraz

yaşlanılmışsa, görülen, işitilen, tadılan her şeye, geçmiş yaşantıların da

gelip desteklik, yastıklık edebileceğini...



ama kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi.

b.k







think blue



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)




ben sevince yeryüzü arınır


yüzüme vurur gölgesi

yüreğim aşkla beslenen başaktır

açılır

soymak ister kabuğundan bedeni

s.b

40.



hani, karabatakların yanından güneşe doğru gidilen kıyı var ya, bugün orada yürüdüm -kayalığın yanından geçerken, akasyanın üstünden, yukarı doğru, denizden bir martı, kıpırtısız, geldi, uçup geçti.


imbat esiyordu, gene-
o.a

la luna e il falo



"ey perdenin aralığından gözlediğim dünya

kalıyor acılı ve güzel toprağında

 izim

daha dün yakılmış


"bir şenlik ateşinin

çukuru gibi." * "



yine de sen varsın, iyi ki varsın yanımda



 "boş pencereden,



çocuk, diri ve koyu tepeye bakarak,


ve şaşırırdı,

tepeleri, üst üste yığılmış görmekten.

belirsiz ve berrak devinimsizlik!

karanlıkta hışırdayan yapraklar arasında tepeler belirirdi,

orada güne ait her şey,

kıyılar ve ağaçlar,

ve üzüm bağları apacık ölüydü!

ve yaşam başka bir yaşamdı.

rüzgardan, gökyüzünden, yapraklardan,

ve hiçlikten.''


c.p



ben bazen öyle kızıyorum ki, yakıp yıkmak istiyorum, taş taş üstünde kalmasın istiyorum, amaç ne, hedef ne anlayamadığım hırslar silsilesi, dünya ne tuhaf insanları yaratıyor beraberinde ve nasılda yoğuruyor bizi kendiyle. geceleri yürüyorum karanlıklarda, korkmuyorum benim olmayan gölgelerden, karanlıktan korkuyorum, gözlerim göremezse ışığı diye. korkmuyorum rüzgarın fısıltısından da, bağır çağır anlatışından da kendini, rüzgarı dinlemeyi çok önce öğrendim.ve korkmuyorum sokak köpeklerinden, insanlardan daha ustalar çünkü yürekteki iyiliği hissetmekte.  ama korkuyorum insanların katran yüreklerinden, o yürekle nasıl sevgi dolu bakabildiklerinden o yüreklerle çıktıkları yollardan korkuyorum. sonra sen sevgilim, sonra sevdiklerim, bir bir yüzünüz düşüyor aklıma, aydınlanması gibi gecenin ateş böcekleriyle...  korkuyor karanlıklar sizden ve sapanla patlatılmış tüm sokak ışıkları yerine takılıyor, bu dünya istemesek de kötü, çirkin, hain, bilmeyenler yüzünden. bu dünya bize rağmen, aşka, dostluğa, seviye rağmen, bak işte kötü, hain ve çirkin, geceleri aldanma şehrin parlayan ışıklarına.

yalnızca yüreğine güven.