öğleden sonranın kış güneşine yenilen kedi, ne güzelsin sen böyle....
(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)
kedilere benzeyebilseydik keşke. öyle diyesim geliyor sık sık, bu son
yıllarda. yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir
deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. bildikleri bir
yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince
katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabilirliğidir) o işe
sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa
üşenmeden gidip seyrederler yapılanları... uykularının hangi katındalarsa, o
katın uykusunu yaşarlar.
bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o
zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak
üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi
unutuveriyoruz. bir ereğe yönelerek, bir erkek düşüne kapılarak giderken,
sonraları -biz göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, yazgımız adı
verilecek bir dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini,
yerine konmazlığını şuncacık olsun farketmiyoruz. (bu yaşamın bölük pörçük
birkaç anısı bir iki yakınımızın belleğinde kalabilir ya, bunların bir
süreklilik, bir anlamlılık taşımış olabileceklerini bilecek tek kişi
-kendimiz- yokluğa karışmış gitmiştir artık). "farketmiyoruz" dedim, meğer ki
gerçekten sonumuza yaklaşmış olalım. yanılmıyorsam, kimimiz (yolun oralarında)
anlayıp öğreniyor kimi şeyi: susup dinlemeği örneğin... yaptığı, gördüğü,
işittiği her şeyin ağırlığını bir yerlerinde duymağı; bir çocuk gülüşünün, bir
güneş sızıntısının, bir gözyaşının avuçtaki yuvarlıklığını, ferahlatıcı
serinliğini, sayısızlığını ya da sayıya gelmezliğini; mutluluğun, acıyı,
sevinci art arda ayırım yapmaksızın yaşamak olabileceğini... hele biraz
yaşlanılmışsa, görülen, işitilen, tadılan her şeye, geçmiş yaşantıların da
gelip desteklik, yastıklık edebileceğini...
ama kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi.
b.k