30 Temmuz 2009 Perşembe

...

tanrım!

zindan duvarları

sallandı sanki birden.

başımın üstünde gök

bir tolga oldu yakan çelikten.

kendi acımı unuttum

acı içindeyken.

yalnız ben biliyordum hangi uğursuz düşüncenin

hız verdiğini yürüyüşüne.

neden gün ışığına bakarken

böylesine bezginlik vardı gözlerinde?

adam öldürmüştü sevdiği şeyi

ölmeliydi kendisi de.

ama bilin ki hepiniz

herkes öldürür sevdiği şeyi.

kimi bir acı bakışla,

kimi fısıldayarak sevgi sözlerini.

o gün öyle habersiz, öyle sessiz

korkak öperek öldürür

yüreklisi kılıçla, kırpmadan gözlerini


o.

frekans



eveli ezeli böyleydim. hastayken,canım sıkkınken,zayıf düşünce,canım yanınca,yaralanınca, hayatım istediğimden başka yöne akınca, birşeyi istediğimde, istediğimi almayınca,şımarık kızların edasında ,fakat asla onlar gibi olmadan hırçınlaşırdım.
kapılarımı herkese kapatır,kendime bir koruma kalkanı ,kapalı gizli bir bahçe yaratır,çevresine en iyi bekçi köpeklerini yerleştirir,en yüksek duvarları örer, en sağlam kilitleri kullanır,kapattığım kapıların anahtarlarını koyduğum yeri hatırlamamak üzere unutur ve girmeye çalışan herkesi ittirirdim.beni bilenler bunu çok iyi anlarlardı,anlayanlar da bilirlerdi.böyle zamanlarda içimden de olsa tek istediğim şey teselli edilmekti,en yakınlarım tarafından ,bunun için bitmek bilmeyen bir azme sahip olmalarıysa en büyük kriterdi.çünkü ancak seversen ve önemsersen bu azmi, bu inadı gösterebilirsin.yoksa herkes,tanımadığınız insanlar bile arkanızda durup ,sırtınıza vurarak ,geçecek bu günler diyebilirlerdi.yakınlarıma bunun hesabını elbette soramam,ama sevmek illaki bir azme sahip olmak değil miydi?ne olursa olsun vazgeçmemek ,bırakmamak değil miydi,kendinize rağmen vermek değil miydi bencillikten sıyrılıp.
çok tuhaftır,insan kurcalandıkça bozulur,radyo frekanslarını bulmak yada bulamamak gibi,yerimiz değiştikçe algımız değişir ne yazık ki çoğu zaman iş işten geçince anlaşılır bu.kadın yada adam ,bu hayatın kendisini algılamış,kendince varolma savaşını kazanmış,kendi kendine yetmeyi bilmiş bir birey olarak,tabiki başına buyruk olacaktır.yapılması gereken onu kendi olarak sevmek değil midir,illaki kendi kalıbımız içinde yer almıyor diye,sizden önce yaşadıklarıyla varolmayı başarmış diye sevmiyorsak, değiştirmeye çalışıyorsak ,o kişiyi düzeltmek yerine durup söyle bir kendimize bakmamız gerekmez mi? bütün ilişkilerin başında ,ister sevgili olarak ister dost olarak öncelikle alışmadığımız türde insanlar ilgimizi çekiyor.onu o haliyle beğenip sonrasında onu alıştığımız şeylere benzetmeye çalışıp ,kendi olmayan bir hale sokuyoruz.mesela birine başına buyruk,tuhaf,karmaşık,duyguları karışık,kararlı ,zeki ,güçlü ve zor olduğunu bilerek aşık oluyoruz sonra aynı sebeblerle sorgulayıp o kişiyi zor olmakla suçlayıp kurcalamaya,sorgulamaya başlıyoruz.halbuki,elinizin altındaki daha önce görmediğiniz bir model radyo gibi ve eski radyonuz gibi yapılmıyor malesef ayarları.eskisinden istiyorsan , o modeli arayıp bulmalısın,bu modelin kullanma kılavuzunu okumak zorundasın.yok öyle,bildiğin model gibi frekans düğmesi işte.
seviyor musun,sevdin mi, üşenmeyip uğraşacaksın ,bilmediğin bir dilde yazılmış kullanım kılavuzunu çözmeye, anlamaya, uğraşacaksın.başka yolu yok.kurcalayarak eskisine bakarak kullanamazsın.


radyonuzun ayarlarıyla oynamayın!