3 Ekim 2011 Pazartesi

“bağlaç” olmakla kalacağını sanan dosta...



bir tüy,

bir telek

bir dal-

gın ku-

şun ar-

dında

bırakı-

verdiği

havadan o-

luşmuş gi-

bi yumu-

şak,düşen,

yere doğru;

bir tüy,

bir te-

lek,



bir yap-

rak

bir güz

dalın-

dan

kopmuş

kopu-

vermiş

sarartılı

bir yap-

rak, ye-

re de-

ğince

kimse-

nin duy-

madığı,

yeri, taşı,

toprağı ba-

ğırtmamış,

incitmemiş

bir tüy, bir telek,

bir güz yaprağı



gibi düşmüş yerleşmişti içi-

me

içerime,

gönlüme,

etime

k o r k u

bir çığ gibi geldin üstüme

karınca-

lar gi-

biydim,

düş ka-

rıncaları,

ozan ka-

rıncaları

gibi



çıdamlı ka-

rıncalar

gibiydim,

çıdamlı,

dümdüz

uzanan

uçsuz

bucak-

sız



engebesiz bir düzlükte

üstüme bir çığ gibi gel-
din kendine kattın beni


gözü, a-

yağı, bir

yerlere

takılma-

dan

hiçbir şeye

yönelme-

den

dümdüz

uzanan

bir top-

rakta

çıdamla



y ü r ü y e n

karınca-

lar gi-

biydim.

d u y d u m s e n i,

ö l d ü m s e n i!


seni seni seni
:seni : seni:
gördüm - : - duydum - : - - :

yaşadım - - öldüm - :



yürü-

mekten

başka

bir şey

bilme-

yen

nereye,

niye, ne-

ye gitti-

ğini bil-

meyen

bir yere

gittiğini ol-

sun bilme-

yen

ozan karıncaları

g i b i y d i m

çıdamla

yürüyen



bu düzlük-

te, engebe-

sizlikte.

senin yanımdasızlığın bir

silik suskuydu, günsüz ka-

ranlığımı keser açardı ka

pısını, sesin, yüzün, yürümen


nereye

gittiğini

gene bil-

meden



bir yere

gittiğini ol-

sun gene

bilmeden

çıdamı

da, yü-

rümeği

de unut-

muş

b i r b ö c e ğ i m ş i m d i

çılgınca dönenen

durduğu

yerde.



görün-

mez en-

gebeler

örüldü

çepeçev-

re



çevrem-

de

k o r k u d a n

bir çığ gibi geldin üstüme
kendine kattın beni, yuvar-
landık bir süre


zeytin

gövdele-

ri gibi-

yim

şimdi

topra-

ğım is-

ter al, is-

ter boz,

ister ka-

ra,



burul-

muş er-

keklik-

ler gibi-

yim

a c ı i ç i n d e

k ı v r a n a n



düzlükle-

rinde gök-

yüzüne

uzanıp gün

ışığını tit-

reştiren,

dünyayı

düzgün

aralıklara

bölen

kavak duvarların-

d a n s o n r a



sonra 



suyu ara-

yıp bu-

lan kökle-

riyle, dur-

madan bu-

danan kol-

larıyla



su fışkı-

rır gibi



yeniden

toprağa

dökülen

dallarıyla

yeşil yağ-

murunu

yağdıran

söğütlerden sonra,

sonra
sonra


yarık

yarılı

yarılmış

tahtasıyla

kıvra-

nan

buruk

burgun

bir zey-

tin göv-

desi gi-

biyim

kuytularda,

eğimlerde,

suskun,

sessizlikler

içinde, gü-

müş yeşil

bir buğu

altında,

buruk

b i r g ö v d e y i m ş i m d i

yemişi

karar-

mayan.

sonra sonra sonra
yıktık kendimizi de



kuru-

yum

göğe baktı-

ğım yerde,

buru-

ğum

yere baktı-

ğım yerde

korkuy-

la besle-

nerek

korku-

dan!

ben çığ oldum şimdi, sen,

kar'ımdaki taş, karnım-

etimdeki

daki, dokumdaki

kama


oysa korku kendi memesini

e m e r e k b ü y ü r;

nasıl

burmalı

bu me-

meyi?

nasıl

kurtul-

malı

nasıl na-

sıl nasıl

korku-

nun sü-

dü ol-

mak-

tan?

seni seni seni
:seni: seni:


yaşadım - : - duydum - : - - :

öldüm - - - - - - - - - - - - -.

seni yaşa-

dım, seni

öldüm;

uçuru-

mun di-

bine

v a r a m a d ı m d a h a

parçalanıp, parça-

layıp kurtulacağım

yere.

bir tüy,

bir telek

gibi, bir

güz

yaprağı

gibi

k o p m a l ı

kuştan, ağaçtan,

yeğnilikle, incele-

rek,



bağırmadan korkudan.

anılarım senin geleceğin olu-
yor, gerçeklik duyusunu yiti-
rip, uzak tan uzağa, hep senin siv-
rildiğin bir pus içinde yaşamağa
başladım şu anda.
sen ağaçtan sen ağaca koşuyo-
rum, aradaki pusarık bataklık-
ta ayrışıp yıvışan günlerin hiç-
liğinde.

b.k