5 Mart 2011 Cumartesi

y - faktörü




o bana suda birşey aramakta
yardım etti. yaşamımdaki
saklanmış şey bulundu.
bir inci kolye dizdim
kadın olmanın anlamını düşündüm.
onun için elinde çam dalı
tutan bir gelin olmak isterdim.
yok aşk değil,uyuşmak,anlaşmak
bütün o boktan şeyler değil.
yok yok aşk değil, aşk hiç değil.


onun bir sözcüğüyle yaşamımda
yer alan herşeyi çöpe atmak isterdim.
gelgelim aşk değil bu, aşk hiç değil.
bir şey arayan bir kadının aradığı şeyle
karşılaştığında kendine iskambillerden
kurduğu bir hayatın yıkılması gibi
bir şey bu. doppler etkisi...


ona yaklaşarak yok oldum
yaşamımdaki y-faktörü yok oldu.
yok aşk değil bu, aşk hiç değil

beta ışınına dönüşmek belki
ama aşk değil
hep böyle kaybederek mi
galip oluyor o?
hep böyle umarsızca
kendini silerek?
hiçbir şey beklemediği için mi
benden, ben herşeyimi vermek
istiyorum ona?
yoksa benden daha çok
üzülmesi mi eski yaralarıma?
ama kaldı mı böyle kişiler şimdi,
ben mi yapıyorum kafamda yanılmasa?
tende kalan bir parıltı belki
aradığım şeyi bulduğumda
karşıma çıkan eter
hep o aradığım gizemli pürlük –
tadzio-
nasıl tanımam onu karşıma
çıkarıldığında
nasıl asetonlamam beynimi
nasıl çam yeşili bir eter ve etera
gözlerini hep ayak uçlarına
dikip durduğunda

belki tadzio da değil o
belki başka bir şey
gizli tutulması gereken bir şey
ama nasıl nasıl tanımam onu
karşıma çıkarıldığında.

enerjiye bağlanınca
raslantılar derin bir anlam
kazanıyor: esrarengiz peru
yazmalarının 9 sezgisinden
ikincisi söylüyor bunu.
gözlerimi kapadığımda
nasıl bir sitar ve eter ve etera
yok yok aşk değil bu, aşk hiç değil

saf olana duyulan çılgın bir tutku bu
kuğu sürülerine duyduğum özlem
yüreğime eldiven gibi

geçen birşey
eskiden önemsediğim ne varsa
şiirim, dostlarım hatta gururum
hepsi iskambil kağıtları gibi
yıkılıyor
ve belki de ben ilk kez aşık oluyorum.


l.m

geceye not



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)


sanki hiç kimselerin kullanmadığı  bir gece kalmış bana.

"neden kelimelerle düşünür de insan, görüntüler yüzünden acı çeker?"


koluma çarptı, elimdeki porselen düşmeye direnerek indi dükkanın önündeki tozlu karolara. toplanamayacak kadar dağılmış, kendi olamayacak kadar değişmişti. bir an, o bir an  ve hükmetmiştik maddeye, o bir an maddenin kaderini değiştirmiş, yokoluşuna karar vermiştik. birinin onu severek aldığından çok, nasıl buraya düştüğüyle ilgilenirken,  pencerenin önünde solmadan önceki mavisini düşünürken ona kimsenin yapmadığını yapmış elimden düşürmüştüm. parçaları benimle toplamak için eğildi, bir yandan özür diliyor bir yandan kafasının içinde gideceği yerin muhasebesini yapıyordu, pasajın yeşil ışığı yüzüne yayılmıştı."yağmurlu havada da birbirinin yüzüne bakmayı arzu eden insanlar birbirlerini güzel görürler" diyordu balıkçının ölümünde. bense amansız bir hastalık gibi ellerine tutulmuştum.  birşeyler söylediğini duyuyordum ama gözlerimi çekemediğim şey elinde duran ve sağ bileğinden kırılmış bir el'di, tek parmağı kalkık, üstüne diğer kırık parçaları topladığı. diğer eli göremiyordum. birden parmaklarının ıslandığını farkedip yüzüme baktı,  dehşete kapılmıştı, ağlıyordum ve bilmiyordum niye. bir denizin tam ortasında kalmış boğuluyordum. avucundaki kırıkları yere bırakıp, beni kaldırdı.  beş dakika sonra tüm parçalar toplanmış, tüm izler yok edilmişti. benimle pasajın kapısına kadar yürüdü. birbirimizi başımızla selamlayıp ayrı yönlere yöneldik. köşeden sırf bedeninin değil kokusunun da kaybolmasını bekleyip döndüm.ilk cinayetini işlemiş acemi bir katil gibi... eğilip yerde elimi gezdirdim. parmakları parmaklarıma değince biranlığına evet sadece biranlığına ürktüm.

sol eli cebime atıp yürüdüm, ellimi cebimden çıkarmadan. yanaklarım alabildiğine kızarmış, nefesim durmuyordu. tek damla gözyaşı yoktu içimde. şimdi, her gece gölgesi gelir diye düşümde yarısını ona ayırıyorum üstümdeki gölgenin...