" kaç zaman olmuştu? acınanın gerdek sesiyle doğrulup
büzüştüğüm köşeden
bir ayin hazzıyla kuşandım mor öfkemi
gezinirken siyah kalemime tutunup
kuytu bir labirent buldum: mavi göke çıkma oyunu
ve ayrıştırdım o an kendi kendimi
dokundukça devleşen arzu
nesnesi’yok söz, ölüm ve ben bileklerimizi kesip
kapı ağzında
kan akıttık; ilk bulanın olacaktı hayat
böyle yazıldı yoksullar kitabına ol mesel
:bulundu bulunacak artık
bütün renklerin seviştiği yepyeni bir hat"
o.a
"çok da uzun yaşamadım bu hayatta, zaten her ölüm de erken ölümdür demiyorlar mıydı. bazı şarkılar var, bin yıl dinlesem yerine yenilerini koyamayacağım, bazı sesler var duymaktan bıkmadığım, bazı kitaplar var, belli aralıklarla okuduğum, okuyacağım ve bazı şiirler var okuduğumda içimde taşların yerinden oynadığı, başucumdaki konsolda duran bir defter var kitapların arasında okunsada bileninden başkasının anlamayacağı bir dille yazılan, bazı mısralar var burada değil okuduğum andan sonra içsesimden başka hiç bir yerde tekrar etmediğim. bu şiir onlardandır. tıpkı bir geceyarısı bakarken gökyüzüne ve ay henüz batmamışken sana söylediğim gibi; burada yazmadığım milyar tane şey var ve bazı şeylerin zamanı hiç gelmez. yeryüzüyle gökyüzü arasında ölüm ve yaşamı yaşayanlar için dilsizlikten başka çözüm yoktur çoğu zaman. bilmek ne kadar büyük bir lanetse, susmak da zor, çok zor.
yine de bazen, çözüp yürek kilidini konuşmak lazım noktalama işaretlerine takılmayıp."