28 Haziran 2010 Pazartesi

hamuş dedi mevlana

hamuş dedi mevlana kendisine hamuş! yani suskun... sustuğu yerde açıldı kapılar, önüne serildi ışıltılı kelimeler, kalbi duygular. hamuş dedi sustu mevlana. sustu ve kapandı karanlıklara… karanlıklara şems doğdu sonra… baktı… gördü… adına aşk dedi… candan özge candan öte olana… yaprakta tohumu, damlada okyanusu gördü sonra…

hamuş demiştim ben de kendime. sözün bittiği yerde, noktanın konduğu yerde susmuştu bütün kelimelerim. anlatmak yormuştu nazenin bedenimi… anlaşılamamak ise en çok yüreğimi. sustuğum yerde anlaşılmaktı belli ki bütün derdim…
hamuş demiştim ben de kendime. seni anlatmayan bütün kelimeleri susmuştum. senle başlamayan bütün cümleleri bir bir bozmuştum. şems ol da gel karanlıklarıma doğ diye ummuştum… umutmuşsun!.. unutmuşum!...
hamuş demiştim ben de kendime. suskunluğum verilene rıza göstermekti… “iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta” diye başlayan o tekerlemeye eşlik etmekti. iyi ve güzeli sana kötü ve çirkini kendisine seçmişti… suskunluğun bedeli sadece bu seçimdi…
hamuş demiştim ben de kendime. dün’ü dünde bırakmak adına…”şimdi yeni şeyler söylemek lazım”dı. aşk! demiştim sonra aşk!... aranan bulunmuştu… beklenen gelmişti… aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!...
hamuş demiştim ben de kendime. sana da şems diyecektim belki… kör kuyulara atılmasaydın bütün karanlığına rağmen görecektin güneşi… kapattın gözlerini, kestin attın son yanında yeşeren düşlerini… şems olmak kolay mıydı canı canana teslim etmeden? kendinden geçmeden aydınlanır mıydı kör karanlıklar, açılır mıydı kilit vurulmuş kapılar…
hamuş demiştim ben de kendime. sonra “ne olursan ol yine gel” demiştim… önce kendine sonra kendindekine. kendini bilmekti marifet… kendini bulmaktı meziyet… dev aynasında değil, boy aynasında seyretmekti asıl kendini keyfiyet…

önce can diyor herkes, canımın içindeki can olan seni görmeden...

yangın yerine bak! ateşten, külden, kordan ne var elinde! pervane değilsen yaklaşma sakın ateşe! can’ı teslime hazır değilsen “ben aşkım” deme kimseye. aşk gelmesin seninle dile. incinmesin ne gül ne de diken seninle! ayağıma diken batacak diyorsan düşme çöle. talipsen kara bahta, kör talihe, dinle!...

güne not


bir an görsem seni, ömrüm uzuyor derinlemesine

orda da geçiyor günler


orda da geçiyor günler...

duyar gibiyim, orda da,

- her an ömrüm tükenirken -

orda belki bir adada

geçiyor özlenen günler.

geliyor ta uzaklardan,

o benim olan diyardan

kulağıma kadar sesler,

ve içimden diyorum ben,

geçiyor ruha denk günler,

yalnız renk ve ahenk günler...

bir titreyişle arada

sesleniyor bir çıngırak.

her ses uzak, uzak, uzak...

her ses sanki bir gülüştür.

her ses şarkı ve öpüştür...

ah, şu ufkun arkasında,

sonsuz bahar havasında,

işitiyorum kuşların

kuşların öpüştüğünü,

işitiyorum bir narın

çatlayarak düştüğünü...

orda da geçiyor günler,

geçiyor beklenen günler,

geçiyor gelmeyen günler
 
z.o.s