18 Şubat 2012 Cumartesi

güne not



kalabalık bir kafe de otururken daha önce mor kalemle çizilmiş ve derkenara başka bir kitaptan yazılmış alıntının üstünden kırmızı kalemle geçtim. hissizliğin de bir his olduğunu düşünüyordum, yüzüme kışın solgun ışığı vuruyordu. göğsüm önce sızladı sonra geçti, belki de acı alışılabilir olduğundan geçtiğine inanmak istedim. uzanıp limon dilimini beyaz fincanın içine bıraktığımda dün gece gördüğüm rüyayı düşünmeye başlamıştım.
fincanın dudaklarıma kavuşmadan altından düşen damla sayfayı karışan renklere, karışan aklım gibi boyuyordu...

"bırak beni artık. bu camdan çırılçıplak aşağıya atlayacağım. sana karşı değil bu. çocukluğuma karşı. bu kente, bu eve, bu halılara, bu değişmeyen her şeye, bu ölmeyen herkese karşı. yaşlı halimle ne değin mutlu olacağım genç bedenim ölü olarak bu dar sokakta yatarsa. yarın ne olacak sanki? sokak satıcıları bağırışacaklar. ve bu sesleri kulağımdan uzaklaştırmaya çalışacağım. bir uğultu olacak sokağın tüm gürültüsü. uyumaya çalışacağım."

y.


10 Şubat 2012 Cuma

bu notların üzerindeki kahve lekelerini, bulaşık deterjanlarını, uyku mahmurluğunu, rakı damlalarını seçen gözler, yazarın her şeyden önce insan olduğunu fark edecektir.



hep aynı şeyi diyorlar: doktor’a git.

"ne diyeceğim ben doktora? “radyoda haberleri dinlerken hastalanıyorum, korkunç bir tedirginlik duyuyorum. sözgelimi, ellerim avuçlarım kaşınıyor, gözlerim yanıyor, tırnaklarımı kemiriyorum, boğazımda bir öfke düğümleniyor, yok yere kavga çıkarıyorum, kırıcı oluyorum.

ne güç aslında! bir çiçeğe, bir çocuğa sizin gözünüzle bakamayacak, bakmak istemeyecek, temel çıkarları ve gelir kaynağı, sizin gönül verdiğiniz düzenin, dünya görüşünün tam karşısında duran, bu düzenle beslenen birine derdinizi açacaksınız: her şey bir yana, şu somut belirtiler kalksa ortalıktan” diye yalvaracaksınız. “bilgiçlik yapamayacak kadar yorgunum, ellerinize bırakıyorum kendimi. yeter ki yüreğimin dibinde yatan o keskin, acıtıcı buzul yüzeye çıksın, katlanılır olsun. uykuda göğsüme giren burguyu söküp atabilsem, ansızın avlanmasam. bir deneseniz belki anlarsınız: yozlaşmış bir düzende yaşamanın bellibaşlı, adlı adınca bir hastalık olduğunu. her insanın teşhis edilmiş kişiliğinin yanısıra, sahip olmak istediği kişiliğin de bir o kadar önem taşıdığını."

t.u

5 Şubat 2012 Pazar

from amber lattices upon the cobalt night...





(tık&tık)

over beyond the moon there,

i loved a love once,

and, may be, more times…
 
e.p