22 Temmuz 2010 Perşembe

manolya



bana biraz gökyüzü getir

tek bir kelime bile konuşmadan

suyun kıyısında durup

işaret ver kalbime

gözlerin hangi çiçekten renk almışsa

mecaz duruşuyla o dalga

beni de içine çağırsın

konuştukça azalıyor güzelliğim

dalından düşen bir yaprağın kaderini yaşıyorum

aynalar kırılınca

fotoğraflar da düşüyor suya

muğlak bir cümlenin peşine düşüp

üşüyorum

rüzgâra açık bir yanında oluyorum hayatın

merhametin, o ılık rüzgâr değmese yüzüme

elbet benim de kıyametim olacak

bedenimdeki dünya kokusu

kendime sapladığım bu bıçak bu ağrı

dışımdaki kalabalık içimdeki tenhalık

ne çok şey buluyor beni sen olmayınca...

bana kehanetler üzerine sorular sorma şimdi

sesim ki bir gölgenin rengine bürünüp

sana varlığını sunuyor

manolya! yüz yıllık adresim

beni bana bırakma

bak, daracık merdivenlerinden çıkıyorum sarayına

düşebilirim sen olmasan

derin kuyulara

yeryüzü korkularına

ey bir yazın rüyasında

bir kere daha açan çiçek

her gölge varlığının esîridir

âşikâr kıl kendini

demli bir çay, biraz melâl

yetmiyor bu hayatı anlamaya

istersen çocuk olur

defne ağaçlarını düşünürüm

meleklerin yaprakları altında

gizli duruşlarıyla oldukları yerde

beni kimseler bulamaz

uyurum suların serin yatağında

istersen yolcu olurum dağlarında

kapında akşamları bürünüp sabahı beklerim

ey ay ışığı! gökten bana bakan sûret

mürekkebi kurumadan şiirimin

bana bak

yeni açılmış bir güle benzesin yüzüm

m.ö

yıldızların uzaklığına övgü & camille



(tıklayın, dinleyin)

"camille", mavi bir at, mavi bir su, mavi bir gökyüzü zaman zaman gri, siyah. öldüğünü anlamayan kırmızı peruklu bir kadın.imgeler imgeler, sıradanlık diyeceklere umrumda değil diyorum. büyüdükçe, hala yaşlandıkça diyemiyorum, başkalarının sesleri duyulmaz oluyormuş anladım. günlerin sıradanlığına inat, kahve içerken ve gezinirken kanalların arasında "camille" biraz o, biraz şu, biraz bu, biraz hayat ve herşey işte... gene üç noktanın insafında herşey.

kargaşa.
anılacak günlerim olmadı mı benim? ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği, silahıma yapışıp sabahın serinliğini beklediğim, kuzey gemileriyle sağır olduğum günler, sepet örmeyi unuttuğum günler olmadı mı? ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim! yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni. o karanlık ormanı yangına vurun. çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum. ama iyi biliyorum yıldızları, ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını, anılacak günlerimin gitgide yokolduğunu biliyorum.

kargaşa...
ve kolayca yıkılan inançlarım benim, benim en sağlam ve dağınık ellerim. sabahı nasıl tetikte bekliyorum.
şafakla damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin. ve onarıyorum nasıl hızla kendi gücümü. nasıl bir soylu boşluğa çılgınca kayıyorum. ey yangınlar artığı! her yangından arta kalan bir şey,

her yangından arta kalan gerçek şey çoğalt beni.

i.ö