bana biraz gökyüzü getir
tek bir kelime bile konuşmadan
suyun kıyısında durup
işaret ver kalbime
gözlerin hangi çiçekten renk almışsa
mecaz duruşuyla o dalga
beni de içine çağırsın
konuştukça azalıyor güzelliğim
dalından düşen bir yaprağın kaderini yaşıyorum
aynalar kırılınca
fotoğraflar da düşüyor suya
muğlak bir cümlenin peşine düşüp
üşüyorum
rüzgâra açık bir yanında oluyorum hayatın
merhametin, o ılık rüzgâr değmese yüzüme
elbet benim de kıyametim olacak
bedenimdeki dünya kokusu
kendime sapladığım bu bıçak bu ağrı
dışımdaki kalabalık içimdeki tenhalık
ne çok şey buluyor beni sen olmayınca...
bana kehanetler üzerine sorular sorma şimdi
sesim ki bir gölgenin rengine bürünüp
sana varlığını sunuyor
manolya! yüz yıllık adresim
beni bana bırakma
bak, daracık merdivenlerinden çıkıyorum sarayına
düşebilirim sen olmasan
derin kuyulara
yeryüzü korkularına
ey bir yazın rüyasında
bir kere daha açan çiçek
her gölge varlığının esîridir
âşikâr kıl kendini
demli bir çay, biraz melâl
yetmiyor bu hayatı anlamaya
istersen çocuk olur
defne ağaçlarını düşünürüm
meleklerin yaprakları altında
gizli duruşlarıyla oldukları yerde
beni kimseler bulamaz
uyurum suların serin yatağında
istersen yolcu olurum dağlarında
kapında akşamları bürünüp sabahı beklerim
ey ay ışığı! gökten bana bakan sûret
mürekkebi kurumadan şiirimin
bana bak
yeni açılmış bir güle benzesin yüzüm
m.ö