20 Mayıs 2010 Perşembe

istanbul

ateşböcekleri


ışıkla ilgili bir yazı okuyordum, elektrikler kesildi
boğazından geçerek midesine indi kent gecenin
mum aramadım, oysa vardı
pencereye gittim kalkıp çalışma masamdan
iki sevgiliden söz ediyordu ağaçlar fısıldaşarak bahçede
ağaçların yalnızlıklarından korktum
sonra yollardan söz açtılar, düşledikleri yollardan
işte o zaman ateşböceklerini,
birbirini kovalayan iki yanarsöner ışığı gördüm
gezinen son yıldızlarıydılar yeryüzünün
çaldıkları ağustosböceklerini tahta kafeslere dolduran
bir hırsız çetesi geçti sokaktan
ay siliyordu, siliyordu camlarını terleyen evlerin
bir ırmak kente geri dönmeyeceğini bildiren
bir mektup yazıp akıp gitmişti sudan gerekçelerle

yerçekimini aşk yoksunlarına bırakıp
bir bir çıkardım giysilerimi
ve kapısını araladım uyuduğun odanın
sonra açılmak için dokunmamı bekleyen
pembe gülleri gezdirmeye gittik
ağaçların gözlerini yumduğu küçük koruda
gökyüzümü sarsıyordu ıslak kelebek kanatların
ve geceyi
şu ısırıp durduğun geceyi
gitgide derinleşen karanlıkta gitgide sertleşen geceyi
yıldızların gökfişekleri gibi içimizde patladığı geceyi
çiğlenmiş sabahla birleşen ve küçülen geceyi

her güne böyle başlayalım sevgilim
böyle, ateşböceklerine teşekkür ederek

a.a

TK


atlarla. uzun bacaklı evrensel atlar
bunlarla gelişiyor sevdamız anlatılmaz
cocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla.
büyüyen, uçan, dal budak salan.
yalnız aşkta raslanan o seçkin nokta.


sen kadınsın ya büsbütün soyunuyorsun
sana vergi, atılacak her şeyi kolayca çıkarıp atmak
öptüğün gibi dünyanın bütün adamlarını bu arada
beni
uzanıp öpüyorsun ya atları çırıpçıplak
ne oluyorsa işte o zaman oluyor.


sen ağzını ilave edince atlara
birdenbire oluyor bu, şaşırıyoruz
korkunç bir güzellik halkların havasında
birden ötesine geçiyoruz varmak istediğimizin
ayır ayırabilirsen hangimiz kadın, hangimiz erkek.

c.s