7 Nisan 2011 Perşembe

tek istediğim şu yaşamdan, bıraksın gözleyeyim onu..



bazı günler oluyor, yaşadığım şehir, gelip geçen insanlar, arabalar, ağaçlar, sabah tuhaf bir görünümle uyanıyor her şey, her zaman ki gibi ama tanınamaz biçimde, insanın aynaya bakıp da “bu da kim?” diye kendi kendine sorduğu anlarda olduğu gibi. benim için, yılın tek sevilecek günleri bunlar.

böyle günler biraz erken kaçıyorum işten, becerebilirsem, sokaklara inip kalabalığa karışıyorum, yoldan geçen herkesi gözlemekten alamıyorum kendimi, sanırım, bazılarının da bana baktığı gibi, bu anlarda gerçekten pervasız oluyorum, başka bir insan oluyorum çünkü.

yaşamdan daha değerli bir şey alamayacağıma inanıyorum, bu anların bana verdiği tattan daha değerli bir şey. bazen uzatma yolunu buluyorum bu anları, birkaç kez başardım bunu, camlı aydınlık bir kahveye oturarak, sokağın, geliş gidişlerin gürültüsünü, parıldayan renklerle sesleri ve içerinin bütün bu uğultuyu dengeleyen dinginliğini algılayarak.

c.s

...



(tıklayınca açılır fizy'nin kapısı)

neden onu görünce

karışıyor ellerin birbirine

onu görünce neden

kendini bırakıp gidiyorsun giderken



bırakıp gidiyorsun ve sende

sevinç gibi bir acı koyuluyor

öyle durup kalıyorsun gecende



onu görünce sende neden

bin tohum ekiliyor birdenbire

birdenbire nice ürün kaldırılıyor

onu görünce neden hızlanıyor

suların akışı kendi kendine


o gidince neden başka birisin

adın başka, susuşun başka, sesin başka

o gidince hiç kimse değilsin

tükenmiş bir rüzgârsın ağaçta

a.t