6 Haziran 2010 Pazar

dinlen bir nefes al


yağmurlu pazar günleri, sanki yaz değil, kış geliyor gibi. istanbul, soğuk, puslu, gri. istanbul ıslak ve kimsenin eve almadığı biri gibi.  istanbul, herkesin şikayet ettiği ama vazgeçemediği...
tüten fincanlarda istanbulu seyretmek var, müzikle ısınmak, değişen renkler var, hüznün bin yüzü...

hiç gitmediğim bir yerde


hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde

her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:

en ince kımıltında bir şey var içime gömen beni,

bir şey dokunamayacağım kadar bana yakın



kolayca açar beni en ürkek bir bakışın

parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,

sen hep yaprak yaprak açarsın beni, baharın

(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gülünü



ya da beni kapatmaksa isteğin, ben

ve hayatım kapanırız güzelce, birden

karın her yere özenle inişini

düşleyen yüreğince şu çiçeğin;



duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede

erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:

yapısının renkleriyle beni bağlayan,

öldüren, hiç durmadan, her nefeste



(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan

ve açan; yalnız anlıyor içimde bir şey

gözlerinin sesini bütün güllerden derin olan)

kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri

e.e.c



have you ever seen the rain?