31 Ağustos 2009 Pazartesi

yaşanmış günün içinden


hava sıcak,uyukluyorum, kadınlar dedikodu yapıyorlar sessizce,kafamı kaldırınca susuyorlar,korkmayın ben hülya'yı tanımıyorum demek istiyorum ama ayıp diyorum kendi kendime.artık hangisi ayıpsa.omzumu kokluyorum,deniz kokusu,hissettiğim anlatılmaz.kapatın gözlerinizi alabildiğine deniz, dalga sesi, çakılların gürültüsü.yanımdan jet hızıyla luka geçiyor,suya giden frizbinin peşinde,kuyruğunun neşesi beni de keyiflendiriyor.ayak parmaklarım güneşle oynuyor. neredeyse hareketsizim, bir tek...

ayağımda bir ritm var
kimsenin duymadığı bir müziği dinliyorum
iç sesimi
ellerime bakıyorum,parmaklarıma
ellerim sessiz alabildiğine
ellerim serilmiş bedenime
ellerim ölmüş sanki
...

üzülüyorum

acı'yı verebilmek

demek, ancak, sevdiğimize 'vere'biliriz','acı'yı...
.
.
binlerce yıl olmak!düşünmek!
sar beni iki kolunla da:
mutun hiç kalmadıysa bana verecek--
bak işte--acın var ya daha.
lou von salomé

30 Ağustos 2009 Pazar

puslu kıtalar atlası

"rendekar doğru mu söylüyor? düşünüyorum,öyleyse varım. oldukça makul. fakat bundan tam tersi bir sonuç,varolmadığım,bir düş olduğum sonucu da çıkar: düşünen bir adamı düşünüyorum. düşündüğümü bildiğim için ben varım. düşündüğünü bildiğim icin düşlediğim bu adamında var olduğunu biliyorum. böylece o da benim kadar gerçek oluyor. bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. o gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
...
"dünya bir düştür. evet, dünya... ah! evet, dünya bir masaldır"

o.a

...

ey gönül, bu söz, kırık dökük geliyor. bu söz incidir,...
...
ey inci kırıldığına acınma...kırılmakla parlayacak,apaydın olacaksın!
böyle o kırık dökük söylenecek.. ...
...
ey aşık, senin de suçun belli oldu.. artık suyu, yağı bırak da
............................................................................. kırık dökük bir hale gel!

mevlana
mesnevi (izbudak, ıv.341-46 )

29 Ağustos 2009 Cumartesi

lord henry'e gittim ,geleceğim.

yaşanmış güne not



"what i am seeking is not the real and not the unreal but rather the unconscious, the mystery of the instinctive in the human race"

a.


sözünü ettiğin sen miydi, yoksa ben mi?


ama şimdi ister beni ister kendini elevermiş ol,

sen hainlerdensin, sen, ey şair

-utançsızsın yaşadığın karşısında,yaşantını sömürerek,

en sevdiğini sokulgan gözler önüne sererek,

kanını bütün kuru,içilip boşaltılmış kupalara dökerek

sen ey mağrur!


n.

28 Ağustos 2009 Cuma

...

içimdeki eksiği çıkardım attım
sor bakalım pişman mıyım?

güne not



derin bir sessizlikle oturuyorum balkonda,sadece ağustos böcekleri ve sokak lambasında tuhaf bir ses çıkaran baykuşun dışında çıt çıkmıyor,kendi nefesimi duyamadığımı farkedip dinliyorum. son bir kaç senedir disko çocuğu kıvamında gezmeyi sevmediğimden ,evdeyim.ne kadar karanlık,ne kadar sessiz ,ne kadar huzurlu.bugün babamın kütüphanesinde kendime kitap seçmeye çalışırken,bu okunmuşluk kokusunu ne kadar sevdiğimi anladım,üstelik kitabın arasından öyle bir hediye çıktı ki benim için... sadece bir aylığım,babamın kucağında ,resim neredeyse silik,sadece babamın yüzü ve omuzunda uyuyan ben, resmin kala kala bu parçası kalmış,örselenmiş, yırtılmış, solmuş, şimdi bakıyorum,babam o zamanlar bugünleri hayal edebilmiş miydi,benim için umud ettikleri olmuş,yapmak istediklerini yapmış mıydı,acaba babam için bir başarı mıydım,bir kaybediş mi...

anneme bakıyorum,benim yaşımda iki çocuklu bir kadınmış annem, oysa hep ne kadar büyük gelirdi bana,gencecik bir kadınmış halbuki,en az benim kadar hayalleri umutları olan.saçlarını hatırlıyorum annemin ,dönemin modasına uyup perma yaptırmıştı,onu aynada gören babamı gülme krizine sokmuş,günlerce saçını düzeltmeye çalışmıştı.bugün olsa bonus reklamına çıkardı annem.

bütün gün kendimi sudan çıkaramadığımdan ,acıyan sırtıma krem süren bir annem var,eve geldiğimde yemek pişirmiş olan bir babam, rüzgar çarpacak diye azarlanıyorum,huysuzlanıp küsüyorum.ve şu an kendimi çok şanslı hissediyorum,bir aileye sahip olmak herşeydir ,nimettir.
(bu resim kreş günlerimden kalma,baktığınızda sağdaki benim işte... alenen albümden araklamıştım bunu,annem bende olduğunu anlasa çok kızar,bakarsınız ceza bile verir,eğleniriz bizde.)


kendini öldürenler



yaşamdan daha değerli bir şey alamayacağıma inanıyorum, bu anların bana verdiği tattan daha değerli birşey. bazen uzatma yolunu buluyorum bu anları, birkaç kez başardım bunu, camlı aydınlık bir kahveye oturararak, sokağın geliş gidişlerini gürültüsünü, parıldayan renklerle sesleri ve içerinin bütün bu uğultuyu dengeleyen dinginliğini algıyarak.
çok hayal kırıklığına uğradım, çok vicdan azabı çektim birkaç yıl içinde, yine de en içten sevdiğim şeyin bu susku bu dinginlik olduğunu söyleyebilirim. fırtınalara kavgalara göre degilim ben: bazı sabahlar tir tir titreyerek insemde sokakları dolaşmaya, meydan okur gibi atsamda adımlarımı, yine söylüyorum, tek istedigim şu yaşamdan, bıraksın gözleyeyim onu.

ama bu alçak gönüllülük bile bir kusur acılığı bırakıyor bazen. farkına ilk dün varmadım insanın yaşamak için başkalarından önce kendisine karşı kurnaz olması gerektiğinin. önceden, yaptıklarını kendi bilinçlerine karşı gösterecek bir nedenler zinciri hazırlayıp kötü bir davranışta bulunmayı, bir haksızlık yapmayı ya da yalnızca bir kaprislerini yerine getirmeyi başaran insanları kıskanıyorum. büyük kusurlarım yok (bu güvensizlik yüzünden savaştan çekilip sessiz bir yanlızlık aramak kusurların en büyüğü değilse)ama bana verilen pek az şeyin tadını çıkarırken kendimi kurnazca kullanmayı, kendime sahip olmayı bile beceremiyorum. "

c.p

27 Ağustos 2009 Perşembe

çocukluk yatağımda tatildeyim ,fena halde tembelim
y.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

...



love
never dies a natural death. it dies because we don't know how to replenish it's source. it dies of blindness and errors and betrayals. it dies of illness and wounds; it dies of weariness, of witherings, of tarnishings.
a.


23 Ağustos 2009 Pazar

ahdım var


henüz bir masal olan şu zaman, sana göstermeden bir yere gizlenmiş olabilir. ya git, ya da kal. mesafeyi dondurmuş, boğazını kurutmuş, dilini koparmış, başını döndürmüş olabilir. git, ya da kal. karşındaki karanlık, yüzüne çığlık çığlığa çarpıp duruyor olabilir. git... kal... sadece parmaklarının yardımıyla konuşabilen şu dudaklardan sızan sayıklama, seni yaralıyor, yok sayıyor, yıldırıyor, başucunda bekliyor, yüzüne üflüyor, seni iyileştiriyor da olabilir. gitme, kal. hep zaman yok, kalmadı denecek. hadi gitme. kal. ya da git! dön geri. bu yer, tutsak bir kimsenin ilk bedeni. çoktan ayartıldı. bu yer tek ayartılmanın, sevmenin sürekliliği...

ya git, ya da kal...

dön geri."


h.y

bebe - siempre me quedara


21 Ağustos 2009 Cuma

die neunte elegie


niçin, olabilirken,verilmiş o varlık süresini

böyle geçirmek,defne olarak,birazcık daha koyu

öteki yeşillerden ve küçük dalgalarla

her yaprak kıyısında(bir yelin gülümseyişi gibi)-:

öyleyse niçin insancıl olana zorlanmak--,niçin

kaçınarak yazgıdan ,yazgıyı özlemek ?...


...............................................hayır mutluluk var diye

değil,ivecen kazancı bir yakın yitirişin.

hayır,değil meraktan, ne de pekiştirmek için yüreği,

o, defnenin de olan...


çünkü çok şey burada oluş, çünkü burada herşey

bizi istiyor apaçık,o yitip giden,bize bir tuhaf

dokunan şey.bizi, hem de en çabuk yitenleri.bir kez

hepsi,yalnbız bir kez.bir kez, bir daha yok.ama bu,

bir kez bulunmuş olmak , birkezcik de olsa

yeryüzünde bulunmuş olmak,sanma geri alınabilir.


bizde canla başla girişiyoruz onu başamak için,

yalın ellerimize sığdırmak böyle,

bakışımıza dopdolu,dilsiz yüreğimize.

o olmak istiyoruz.-kime bağışlamalı? kendimize saklamak

en iyisi bırakmamak... ah, öbür varoluşa, yazık, öbür yana

ne götüreceğiz? ne seyrediş,burada yavaş yavaş

öğrenilen, ne de başka birşey,burada olmuş.hiçbir şey.

öyleyse acıları, en başta ağırlığı öyleyse,bu uzun

deneyimi sevginin,öyleyse hep

anlatılmaz şeyleri.ama sonra,

neye yarar, yıldızların altında:onlar daha bir anlatılmaz.

gezgin de getirmez ya dağın yamaçlarından


koyağa bir avuç toprak, o anlatılmaz şey herkesler için;

kazanılmış bir söz getirir ama, arık bir söz, sarı mavi

bir dağ çiçeği.belki buradayız biz:ev, demek için,

köprü, çeşme, kapı, testi, yemiş ağacı, pencere,-

en ötesi: kule, sütun... ama söylemek, anla,

öylesine söylemek ki, şeyler geçirmemiştir içlerinden

böyle olduklarını. o sır vermez toprağın

gizli hilesi değil mi zorlamak sevenleri

onların duyuşunda herşey, herşey kendinden geçsin diyerek?

eşik: iki even için

nedir, onlar da yaşlı eşiklerini azıcık

aşındırır, geçmişteki nicelerinden sonra

ve gelecek olanların önünde..., ağırlıksız.


burası işte anlatılır'ın çağı, burası yurdu onun.

konuş ve doğrula, herzamankinden daha çok

düşüp uzaklaşıyor yaşanacak ne varsa,

bir etkinlik çünkü onların yerine geçen şey,

imgeleri olmayan,- bağladığı kabuklar çatlıyor isteyerek,

o içeriden büyüyünce, başka türlü sınırlayınca kendini.

yüreğimiz dayanıyor çekiçler arasında,

dişlerin arasında nasıl

dayanırsa dil, o yine de

övgüsünden şaşmayan.


yeryüzünü öv meleğe, anlatılmaz'ı değil, onun yanında

bir eşsiz duyulmuş şeyle kabaramazsın; yenisin daha

onun derinden derine duyduğu bu evrende.öyleyse

göster, göster ona gösterişsiz olanı, soydan soya

biçimlenip, bizlerden biri olup yaşayanı elimizin altında,

.................................................................bakışımızda.

şeyleri söyle ona.daha bir şaşırıp kalsın, sen nasıl kaldıysan

roma' daki canbazın, nil kıyısındaki çömlekçinin önünde.

göster ona,ne denli mutlu olabilir bir şey, nasıl suçsuz ve bizim,


yakınan acı bile nasıl arık seçebilir öyle biçimli olmayı,

bir şey olarak iş görürü ya da ölür bir şeyde-, ve mutlu

kemanın ötesinde yiter.-bunları, bu göçerek yaşayanı

anla ki övebilesin; gelip geçici olanlar, kurtarıcı

bilip güvenenler bize,en geçici olanlara.

dönüştürelim isterler görünmez yüreğimizde onları

sonsuzcasına kendimize. kim olursak olalım en sonunda biz,


yeryüzü, bu değil mi istediğin: bir görünmez

uyanış içimizde?- kurduğun düş bu değil mi,

bir kez görünmez olmak?- yeryüzü! görünmez!

başkalaşım değilse ne, yüklediğin büyük ödev

yeryüzü, sevdiğim, istiyorum. inan,tüm baharların

gerekli değil beni kazanman için-,yalnız bir tanesi,

bir tanesi kanıma çok bile artık.

ben, adsız, seni seçtim kendime, çok uzaktan.

her zaman haklıydın sen, senin kutsal bulunuşundur

dostumuz ölüm.


bak, yaşıyorum işte. nerden ? ne çocukluk,

ne gelecek azalıyor... artmışcasına varlık

kanıyor yüreğimden.


r.

20 Ağustos 2009 Perşembe

glamour


zaman da değil


gidilebilse, ne çok iz kalıyor geride.
"belki zaman", diye düşünüyor adam:
"zaman eksiltebilir birikeni". oysa ne
zaman, ne de ona benzer şeyler - ona
benzer şeyler? - silebiliyor mekana
sinenleri. eşyalar değiştirilse de, yeni
badana yaptırılsa da degişmiyor ağrının
kurduğu sıra: değişmiyor çünkü sokak
adları, değişmiyor şehirler ve insanlar,
dünden bugüne inatla yürüyen inatçı
mantık: her mevsim, her dolunay,
yağmurlar, bahar aldatmacaları,
her kuyu, her kule, her balkon,
kadehler, mumlar, köpükler,
her kırmızı, her siyah, her gri,
her uyku, her düş, her uyanış
- yer etmişse - aynı çiviyi isteyen
bir delikte tıpatıp zonkluyor.



"zaman da değil", diyor adam,
kimse yokken, yüksek sesle.


yeni bir iz kalıyor orada, o an.


e.b

güne not


''ama birden farkettim ki ne ben, ne de başka birisi hiçbir yere ait değildi. aidiyet bir kandırmacaydı küçük çocuklara anlatılan. hiçbir yerde hiç kimse beklemiyordu beni.''

19 Ağustos 2009 Çarşamba

bekle beni



bekle beni, döneceğim ben.
çok, çok, bıkmadan bekle!
sarı yağmurların hüznü basınca,
kar kasıp kavururken,
kızgın sıcaklarda _ bekle.
uzak yerlerden mektuplar kesilince
bekle beni.
birlikte bekleyenlerin beklemekten
usandığına bakma, bekle.
bekle beni, dönecegim.
unutmak zamanı geldigini
ezbere bilenleri
hayırla anma!
varsın oğlum, anam
hayatta olmadıgıma inansın,
ocak başında toplanıp
acı şarapla
yad etsinler beni.
sen bekle. onlarla birlikte
içmekte acele etme.
bekle beni; dönecegim,
bütün ölümleri çatlatmak için dönecegim!
“şansı varmıs.” desinler.
beklemedikleri için,
beni bekleyerek
düsman atesinden nasıl
korudugunu anlayamazlar.
sağkalışımın sırrını yalnız
senle ben bileceğiz _


bütün sır _ senin
başkalarının bilmedigi gibi beklemeyi bilmende.




k.s

17 Ağustos 2009 Pazartesi

üzünç, sevgilim ya da nane otları



gençken renkli bir cepken sevgilim
çift bıçaklı bir sevinç
unuttum diye bir şarkı
gençken renkli bir cepken sevgilim
önüne çıkan her ata binme

doğudan gelen kimsesiz tekne
ona hüzün demeyi artık öğrendin
ya da kuzeyden gelen çift bıçaklı sevinç
karıştırma daha fazla bu otları
bak öğle güneşi
şapkanı indir
karıştırma sevgilim daha fazla bu otları

sana hiçbir şey dokunmaz biliyorum
arkanı döner hemen uyursun
sırtında çift bıçaklı bir sevinç
belki balrengisin kusursuzsun
onun için diyorum
karıştırma artık daha fazla bu otları

gençken renkli bir cepken sevgilim
Arizona'ya aşk ve hüzünle
gençken bizon derisi bir şapka sevgilim
adieu mes amours adlı bir şapka
indirdim unuttum diye bir işaret
ardından çift bıçaklı bir kahkaha
boşver sevgilim karıştırma şimdi bunları

gençken sarı bir gömlek sevgilim
bir fular ağızda pisiotu
boş arazilerde hızla kullanılan araba
gençken bira gözlerle situasyonist okuma
ve ağız dolusu kusma kusma kusma
kumsallarda slow ve Bee Gees
ve bok gibi genciz genciz genciz

şimdi kuzeyden gelen boş bir tekne
gözü alan sarartı
üzünç sevgilim ya da nane otları
.
l.m


yerçekimi karanfil

biliyor musun az az yaşıyorsun içimde

oysa ki seninle güzel olmak var

örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi

bir ağaç ıslıyor tıkır tıkır yanımızda

midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

o başkası yok mu bir yanındakine veriyor

derken karanfil elden ele.

görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil

bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk

birleşiyoruz sessizce.


e.c

15 Ağustos 2009 Cumartesi

everytime we say goodbye


everytime we say goodbye, i die a little,

everytime we say goodbye, i wonder why a little,
why the gods above me, who must be in the know.
think so little of me, they allow you to go.
when you're near, there's such an air of spring about it,
i can hear a lark somewhere, begin to sing about it,
there's no love song finer,
but how strange the change from major to minor,
everytime we say goodbye.

13 Ağustos 2009 Perşembe

hayatı hissedin


my lover asks me



my lover asks me:

“what is the difference between me and the sky?”

the difference, my love,

is that when you laugh,

i forget about the sky.

n. k

11 Ağustos 2009 Salı

a woman walking with me


no one has read my coffee-cup
without divining you’re my love,
nor studied the lines of my palm
and not discerned four letters of your name,
everything can be denied
except the fragrance of the one we love,
everything can be concealed
except a woman’s footsteps moving within us,
everything can be debated
except your femininity.

what will become of us
in our comings and goings?
when all the coffee-bars have memorised our faces
and all the hotels registered our names
and the sidewalks grown accustomed to the music
of our feet?


we’re exposed to the world like a seaward balcony
visible like two goldfish
in a crystal bowl.

n.k

9 Ağustos 2009 Pazar

giz


ey yâr; boynumun borcu

strateji ve taktikler burcu

anlat tabii,tek kişi çok kişidir.

çöz gövdemin beyaz kimyasını,

aklımın hizasını,

kanat içimdeki uzayı, akşamın bahçelerini.

söze söyle, yazıya dök beni.


bir kucakla

bir imkansızlıkla

nasıl bilirsen onunla ilişkilendir,

bir anlatana bir anlatılan gerekir

b.k

ağır söz


söz, zamanın boynuna asılı anahtar. ağır ve hantal… kendi ağırlığını zamana taşıtıyor utanmadan. zaman, dilsiz yarası varoluşun; akmaz, kokmaz, yanmaz, yapışmaz, yok olmaz… söz kendini tekrarlar her yeni dirimle birlikte iz bırakmak için evrene. zaman bilir; izdüşümü yoktur düşsüz ömürlerin. zaman bilir; kavimlerin izdüşümü hayalleridir… zaman bilir; düş gücü cesaret gerektirir. bata çıka yol alırken patikasında evrimin, dil çıkaracaksın geçmişe! ve döndürürken başını bugüne, derin bir nefes alacaksın yarınından. kalbini çıkart kafesinden avuçlarınla. boşver sınamayı kendini, ağlama ardından ölen hücrelerinin. evrimsin sen milyonlarca senenin metamorfozu avuçlarında ki kalbin.

bak ne tuhaf, kalbinin atışını yazamıyorum. hangi harfleri birleştirmeli, ne yapmalı ne etmeli? bak! kalbinin kokusunu yazamıyorum. görüyormusun dil nasılda ağır?söz nasıl da zamanın boynuna asılı hantal bir anahtar?
olsun;

kalbim benim tek şiirim…

p.n

7 Ağustos 2009 Cuma

14 anladım ki anlamadığımdır dünya

çok mektubun var dünyadaki her pula
bir mektup yazabilirsin sanki biliyorum
sen yazmıyorsun sana yazdırıyorlar
şiir gibi, yazdıkça yazmadığın mektuplar çoğalıyor
seni bir pula inandırdılar, pul aşkına senden
beklemedikleri mektupların gelmesini bekliyorlar
bunu çok düşündüm, bir mektup yazsam sana
ölümle aran açılır, istemem, dünyayla da
açılır, senden uzak olduğum sanılır
ve inanmazsın o pula diye korkuyorum,
çünkü çarpışsın istiyorum iki mektup
birbirine giderken!

kaç kere çarpıştığını unutmadım iki sözün
bir cümleye doğru söylendiğinde
şiddetinden değil hayır taşıdığı iyilikten
çarpıştı sözlerimiz ve kırıldı kederinden
onların yolunu gözleyen cümle,yarası
bir zarfın içinde sarılmayı bekliyor,
dilde eski bir 'ah' kaldıysa bundan,
belki de ölümün fazla anlaşılmasından!

belki de ölüm ne kadar anlaşılsa
o kadar fazla gelir insana
fazla gelir skandal da

kaç kere çalıştım oysa
bu ölüme hayatta
kaç kere sildim kaç kere
yazdım bu ölümü şiirde
ölüm dedim anlaşıldıkça
fazla gelir insana
anlaşıldıkça az gelir hayat
cinayet işlendikçe az
dünya zaten skandal
anlaşılsa da anlaşılmasa da
ve meğer bir skandal olacakmış
ölüm insandan kovulunca

ben kurtuldum dedim
şiirden dedim
başkası yazsın ölümü
dedim yazmadı kimse
yağmur, biraz önce sayılır
ben de biraz önce söyledim
yazıyı teselli etmek için
ölümden ayrılmak dedim
zor gelmiştir hayata
ben inandım ne dediysem
yazının da inanmasını diledim
başka birşey diyemedim

ölümle anladığımız bir yerdi oysa
dünyanın en eski sokağı hayat
ölümün gölgesinde çok serindik orada
o kadar serin olmadık bir daha
bulmaca çözecek kadar sıkılırdık
ve elimize gazeteyi alır almaz
yine mi bunu sormuşlar derdik
canım ne var bunda çocuk oyuncağı
yukarıdan aşağıya, soldan sağa
içinde ölüm geçen tek bulmaca
hayat
a
y
a
t

6 Ağustos 2009 Perşembe

görünmenin karanlığı


hadi tarif edelim
dipsiz siyah bir gece
bir ateşböceği yanıyor yalnız

karanlık bir yaprakta

yaprağın gecesinde

görünen karanlık

varlığını duyuyor

geçmişle örtünüp

göründükçe

böcek ve kainat
benek benek

yanıp sönüyor

varlık ve hiçlik

baktıklarımıza bölündükçe

m.m

bu bir utanç yazısıdır.herkesten özür dilerim.

bu bloğu okuyan herkesten özür dilerim..
bişey yazmak zorundayım,çünkü bütüm ömrümce,
mukayese kabul etmez ama ölmek istediğim üç an oldu
bu da onlardan biridir.
hani bunlar olacağına ölseydim dersiniz ya,işte o anlardan.
şimdi...
bana son derece ahlaksız nick le yorum yazan ...
bu mudur erkekliğin?
erkek adam dediğin benim bildiğim lafını öyle uygunsuz nicklerin ardına saklanarak söylemez
bu ne terbiyesizlik ...
bu ne ahlaksızlık...
bu blogda adımı,şerefimi koyarım ortaya
ne bir ahlaksızlığım vardır
ne başka tür münasebetlerim
burdan bunu yazan ahlaksıza hodri meydan diyorum
ne ahlaksızlığım varmış benim...
bir tek kişi çıksın ispatlasın...
benim terbiyem yetse o nicki buraya yazarım
ama bunu yazan bilsin ki...
herkimse
umurım bu gün çektiğim üzüntü kadar çeker.

güzü inciten yara


suların inceldiği yaz günleriydi…

atlar büyürdü göğsünde


hız gibi duran şeyler vardı

akşamları eve dönüyordu gün.



gitmek yürürdü!..

nasıl yeşildi evler nasıl beyaz



inerdi gökten ay

oyun bilmediğimden olsa

trenler varmış

giden akşamlar gibi…



yeni bir yaz derdim

bulutlarda kuğu

yakardı kanatlarını…

gittiğin yerde yokluk

tenhada aşk

susardı…



kaldıkça güzü inciten yara büyür!..

memeler taşardı taşlıktan kekeme

bir kadın kendine

durmadan nasıl bakardı



akardı kokusu göğün

bölünürdü zaman

böylece ölürdü

tenha…



üstüne yıkılırdı güzelliğin

kaldığın aynada

göz sığmaz çünkü

durulur rüya



kayıklar bulurdum tarlada

içinde uyurdu zaman…


d.e

5 Ağustos 2009 Çarşamba

nar


eskiden bir narın ortasında yaşadığım sırada tanelerden birisinin şöyle dediğini duydum:"bir gün bir ağaç olacağım ve rüzgar dallarımın arasında şarkı söyleyecek ve güneş yapraklarımın üstünde dans edecek ve bütün mevsimler boyunca güçlü ve güzel olacağım."

sonra bir başkası konuşup dedi ki:"ben de senin kadar genç olduğum zamanlar böyle hayaller kurardım,ama artık her şeyi ölçüp taratabiliyorum ve bütün umutlarımın boşa olduğunu anladım."

ve üçüncü tane konuştu: “bize böyle güzel gelecek vaad eden hiç bir işaret göremiyorum.”

ve bir dördüncüsü: “fakat böyle güzel bir gelecek yoksa hayatımız ne kötü olur!”

bir beşincisi: “ne olduğumuzu bile bilmezken niçin ne olacağız diye çekişiyorsunuz?”

ve yedincisi dedi ki: “her şeyin ne olacağını biliyorum ama bunu sözcüklere dökemiyorum.”

sonra sekizinci konuştu ve dokuzuncusu ve sonra daha bir çokları, sonra hepsi birden konuşmaya başladılar ve bir sürü ses arasında hiç bir şey anlayamaz hale geldim.

ve tam o gün çekirdekleri az ve hemen hemen sessiz olan bir ayvanın içine taşındım.

h.c

korkan bir aşkın şiiri


bir güvercin uçuşu güzelliğin

bulurlar adını bir deniz eskisinde

usulca yere düşer yüzün.

gölgeli yerlerin vuruyor uykuma

bir kez daha kırılıyor gün.

genişliyor sesin,

uzaklıklarımızdan yontulan hüzün

gökyüzü kadar durgun, okyanus kadar öfke.

bulutların dökülüyor üstüme

sabahı kovalıyorsun. gözlerin

mavi bir gül oluyor

yıldızlara uzuyor boyun.

kayboluyoruz birden,

iki ağzından öpüyorum seni

huysuz ve haylaz yerlerinden.

uykusu kaçmış bir çocuksun sen

dünyam sana gövdem kadar aralık.

nehirleri atla, üşüyen geceleri unut

üstümden geçsin avuçlarından dökülen sular.

sürek avlarından kurtardık birbirimizi

ama öldük.bir ırmak olup gömüldük içimize.

bir dağa sarılarak özlerken seni

naylondandı kent.

v.ç

4 Ağustos 2009 Salı

kristal



benim dudaklarımda arama dudaklarını,
yabancıyı kapının önünde,
gözyaşını da gözlerde arama.

yedi gecedir ufkun ufka yolculuğu,
yedi yürek boyunca vurur el kapıya,
yedi yerk sonra akar fiskiye

p.c
"kederli olduğumuz zamanlarda da yine yüreğinizin derinliklerine bakın, o zaman gerçekte, bir zamanlar sizi mutlu kılmış olan şeye ağlamakta olduğunuzu görürsünüz"

cam seslerinden bir anı



kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi

bir anı kaldı

kısacık bir andı,

o çok duyarlı dengeler

yansıdı

ipe dizilen inci

dünya ile kişi

ilk yazdı, sonradan saydam birşeyler


yağdı

uyum karıştı ince havaya

kısacık bir andı, belki farkında bile

değildin sen




ben sonsuz kişiydim



o kapıdan

çıkarken

anıların cam kırıkları gibi

toplandığı o an

başka anıların anıları

geçiyor aklımdan...


l.m




"ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün!"


"seni anlıyorum" demek büyük bir yalandır. kocaman bir yalan. kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada... var olan en sağlam zırh insan vücududur. içindekileri en iyi saklayan kasa odur. koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya. deliliğin kokusunu, anormalliğin kokusunu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın, otobüs durağında.



sadece gördüklerin vardır. beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu...ölümlü olduğunu unutamadıktan sonra ne gereği var anlamanın? tutunsanda aşıklarına, zincirlesen de kendini dostlarına yine de gömülürsün toprağa. gerekirse hepsiyle beraber gömerler. firavunlara yaptıkları gibi.


anlayan şöyle der:anlayamasaydım da ölecektim. daha çok anlamak yormayacak tabutumu taşıyanların kollarını. çünkü ne daha ağır oldum, ne daha büyük!"


"işte" dedim. "umut bu. bir tekne. başka birşey değil. koca okyanusta devrilmeden yol almaya çabalayan bir tekne. sonsuzluğun dalgalarıyla savaşan bir ceviz kabuğu. hepsi bu. köhne bir tekne." ben bindim. kamarasında uyudum. hiçbirşey değişmedi. isterdim yeni bir insan olarak inmeyi o tekneden. değişmeyi, iyi biri olmayı, hissetmeyi, sevmeyi. hepsini isterdim. ama istemenin yetmediğini çok erken anladım. hiçbir şeyin yetmediğini! dünyayla mesafeli bir dostluk kurmak zorunda kaldım. çünkü kuşkulandım bana verdiği hediyelerden. her şeyden! kendimi kaybettim. buldum. umut adındaki teknede bir hafta kaldım. ne dövmelerim silindi, ne de zihnim ölmekten vazgeçti...


"yeryüzüne inme zamanı..."

aşk


nasıl çıkamazsa insan

kendi gövdesinden dışarı

*çıkamazsın cezan dolmadan

kapatıldığın aşktan*



çünkü aşk hapishanedir

kendini biriktiren

için için ve kendiliğinden

çözülen günü geldiğinde


kilidinden



m.m

dejavu


her şey aynı, hep aynı günü yaşamak,aynı tepsiye koyulmuş dilimler gibi,bari arada bir üçgen kesseydiniz diye geçiriyorum içimden,yaşam bir süpriz yap bana,ya da dur ben şaşırtayım seni kendimle

öylesine




içimde bir his git buralardan diyor,anarşist bir müzik dinliyorum,ağladığımı asla görmeyeceksin diyor fonda kadın,başımı sallıyorum,katılıyorum sana be kadın diyorum.içimde gene o duygu git buralardan diyor,üstüne basa basa,git buralardan. yaz gelince kimseler kalmıyor zaten istanbulda ,herkes yazlıklara,maceralara koşuyor.
gidemeyenler tatil hayalleriyle kıvranıyor.ama gelen tatil hissiyatım değil,denizi özledim elbet, gece yüzmeyi,babamın endişeli bakışları altında gece karanlığında kaybolmayı,çocukluk arkadaşlarımı,küçük sıpalar gibi kumda koşturmayı özledim. hele sadece deniz sesiyle kitap okumayı...ama istediğim bu değil,ben dünyanın bambaşka bir köşesinde yaşamak,oraya ait izleri taşımak,kendimde kayıp hissettiğim parçaları bulmak istiyorum.herkes istiyor elbet ama kim cesaret edebiliyor,kaçımız? geçerli bahenelerimiz var,o bahaneleri getiren yerleşik yaşamlarımız,ezilip kaldığımız kurallarımız var.
yapmak istediklerimizle ,yaptıklarımız arasındaki mesafe büyüdükçe kendimiz ve ruhumuz arasındaki mesafe de büyüyor,kendimizden eksiliyoruz, çoğaldığımızı zannederken. içimizde adını koyamadığımız boşluklarımız, kara deliklerimiz ,hüzünlerimiz ,içimize bağıran sesimizin yankısı belkide.insan kendi içine çokça bağırır,çokça konuşur kendisiyle,kendinden gizli konuşmalarının varlığını kabullenmeden.bütün o bahanelerimizi sıralarken biz, en çok da kendimize belki de,zaman da insafsız davranıyor,biz yürürken o koşuyor malesef.bir yandan hayatı yakalama ,hiçbirşeyi ıslamadan yaşama telaşı içindeyken yaşadığımız anların keyfini çıkaramadığımız çok olmuştur.yaşanılan anların kıymetini bilmek ,onlara sıkıca sarılmak gerekiyor,onlar için yaşam dakikalarımızı verdiğimizi düşünürsek.

bardağın dolu kısmını görmelisin der babam,hep boşluğa bakmayı bırakmalısın,o boşluk sen yaşadıkça dolacak.yirmi yaşındayken yapmak istediğim çok şey vardı,pek çoğunu yapmadım üstelik,yapamadım değil yani yapmadım.onca verilmiş imkana , itelemeye, acaba daha ne kaçırıyorum duygusunu yaşamaya anlamaya çalışırken ,zamanın akıcılığına kapılarak yapmadım.dün konuşurken anneme ,belkide o zaman şimdidir,belki de şimdi gitmemin vaktidir dedim. belkide dedi,bunu sadece kendin bilebilirsin ,hiçbirimiz senin hayatını yaşamıyoruz,sadece düşme diye tutmak düşer bize dedi, gözlerinde ki endişe ise bambaşka bişey mırıldanıyordu.

ailenin deli kızı olmak hep en iyisidir,çünkü kestirilemez oluşunuz ,senden herşey beklenir duygusunu da beraberinde getirir.kendime bakıyorum ,evet benim bardağımda hala boşluk var ama bu dolu olmadığı manasına gelmiyor,hayatta iyi ki diyeceğim pek çok şey yaptım,hayata kattıklarım oldu,hayattan aldıklarım,kendim olmayı bilerek yaşadıklarım oldu .bunların farkına vardım, kendimi anladım nihayetinde,beni ben yapan herşeyi özümsedim.iyi ki demenin bir de yaramaz kardeşi vardır neticede keşke.keşke demek istemiyorum tüm ömrümce. keşke demesek,dememiz gerekemese keşke.

There is something haunting in the light of the moon…


3 Ağustos 2009 Pazartesi

glory box-portishead

zaman

"...bana zamandan söz ediyorlar. gelip size zamandan söz ederler. yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.bittiğine kendini inandirmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. zaman alır. zaman, alır sizden bunların yükünü. o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. o boşluk doldu sanırsınız, oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir. gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. dilerim geri teper. yoksa gerçekten bitmişsinizdir..."

m.m

2 Ağustos 2009 Pazar

olmayalı

şimdi:


ne ay çıkıp iniyor


ne güz gelip geçiyor


sen olmayalı.


sarı-kızıl yaprak


kuru-kırık dal


senle dolmayalı


yitiyor.





o.a

tam da böyle...


"je t'ai autant revé que tu n'es qu'une reve maintenant..."


1 Ağustos 2009 Cumartesi

green fairy who lives in absynth wants your soul



"after the first glass, you see things as you wish they were; after the second, you see things as they are not; finally you see things as they really are, and that is the most horrible thing in the world"

0.

senin gecen


I.

senin gecen

senin kokun

yaratmak için

biriktirdiğin herşey

şimdi masanda bekliyor

açlık konmuş adı sanki

tesadüflerin sakladığı bir hakikat

kemiren

sen yinede çek perdeleri

odana tümüyle dolsun bensizlik.


II.


senin gecen

senin zamanın

ve seçtiğin göz

nereden bakıyor bize.


b.m

repair,yağmur, vs.

sen misin xp reapir yapmak isteyen?hiçbirşeyi yedekleme huyu olmayan ben tam anlamıyla battım,çekilmiş onca resim ,yazılmış yazılar, özetlemeler,arşivlenmiş milyar tane fotoğraf ... sinirden,aptallığımdan ağlıyorum şu an.saatlerdir yaptığım hiçbir hamle sonuç vermedi.bana müstahak aslında ,ben kim repair kim ,ne var yani bilmem ne exe bulunamıyorsa.otur poponun üstüne kaşınma ,değil mi?hadi repair yapacaksın,bir önlem al değil mi,arşivlerini yedekle falan.bir yarım diğer yarımla alay ediyor şu an resmen.yağan yağmur bile beni sakinleştirmedi.içimden bir parça koptu gitti işte.