10 Ağustos 2010 Salı

güne not


"uzun uzun öpüşmeler sarılmalar diye bilirdik dünyayı"

zeytin ağaçlarını görmüyordu hiçkimse
o yüzden tek kalınıyordu
görmediğin bilmediğin yaşanmıyordu.

buhur



"....ayağa kalktı. tepeden tırnağa siyahtı. boşlukta kapladığı hacme bakakaldım. usulca yürüdü.karanlık dükkan üzerime yürüdü. bir dolaba uzandı. esmer bir kelebeğe benzeyen ellerini gördüm. sağ bileğine geçirilmiş gümüş bilekliğin nakışlarını ve lâl taşlarını gördüm.bir buhur tanesini avuçlarının arasına aldı. avucunun ortasındaki kına lekesini gördüm. ufalanan buhur tanesini ateşe attı. gül tam bağrından yandı. buhurun, güzel kokusunu salması için ateşe atılması gerektiğini gördüm. ateş kızıl. buhur siyah. duman bir âh kıvrımı. bir duanın ağırlığı. görmediğim ülkeleri, iki denizin tam birleştiği yerde kurulmuş, bol tapınaklı yitik kentleri gördüm. uzaktan deve çıngırakları.konuşan ırmak. ipek yolunun yıkık köprüsü.
buhur yandı. saldı kokusunu.

ben dayandım."

n.b