30 Kasım 2011 Çarşamba

...



her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken

buldum buluşturdum kendime geldim

tek eksik sensin!

incecik, çilli bir dille sen de gelsen.

b.k


27 Kasım 2011 Pazar

kırmızı bir mermerde geyik silueti....


beyaz bir melek

beyaz kanatlarının

tüyleri bende kalmış

turkuaz bir yağmur altında

üşüyor biraz

bilmiyor ne olacağını

bilmiyor benim hayatımı

ona yatıracağımı

şimdiye dek yatırdığım gibi

çocuğum laurent gibi

o ki hiçbir şey değil

turkuaz bir yağmur altında



hava bugün biraz turkuaz

biraz orgazm sonrası

kollarımı çok beğeniyorum, sen?

biz hurma yerken yağmur yağacak

biz kestane yerken kar yağacak

bütün ihtimalleri düşünüyorum

sonuç fark etmiyor

anlamıyor musun

ben sana resmen aşığım

l.m

25 Kasım 2011 Cuma

geceye not



(tık&tık)

her şey yitip gidiyor; evvela şiir, sonra uyku, sonra gün ve sonra gün içinde ve gecede daha ne varsa . . .

i.b
paris, altı haziran...
huzursuz zamanlar, ingeborg. huzursuz , tekinsiz zamanlar.nasıl başka türlü olabilirdi ki zaten: çoktan gelmişti bile. şunu ya da bunu yapmak? yanıt vermeye çalışıyor insan, şunu yada bunu seçiyor, kıskacı hissediyor.
son günlerde çok iyi çalıştım, herşeye rağmen,  à fonds perdu. ossip mandelstam'ın onsekiz şiiri  çevrildi, önümüzdeki günlerde yollarım sana. yeni şiir kitabım da neredeyse tamam. bütün bunlar - hangi amaç için?

yüreğine inan, ingeborg, uyanık kalsın, herzaman ve heryerde.
ve birkaç satır yaz bana.

paul

22 Kasım 2011 Salı

geceye not



(tık&tık)


bense boyamıştım sandal diye kanatları erguvan rengine....

p.

21 Kasım 2011 Pazartesi

kurma bebek



çok daha fazla, ah evet
çok daha fazla, susabilir insan

saatlerce
ölülerin bakışları misali kıpırtısız bakışlarla
bir sigara dumanına dalabilir insan
bir fincanın biçimine ya da
renksiz bir çiçeğe, bir halıya
düşsel bir çizgiye, duvara

kuru pençelerle
perdeyi bir kenera çekip insan görebilir
sokak ortasında delice bir yağmurun yağdığını
bir çocuğun renkli uçurtmasıyla
bir balkonun altında durdurğunu
eski bir at arabasının boş alanı
gürültü aceleyle  terk ettiğini

olduğu gibi insan yerinde durabilir
perde kenarında, ancak kör, ancak sağır,
haykırabilir insan
korkunç yalancı, korkunç yabancı bir sesle
"seviyorum" diye
bir adamın güçlü kolları arasında
güzel ve sağlıklı bir dişi olabilir

deriden sofra bir gövdeyle
iri sert iki memeyle
bir sarhoşun, bir delinin, bir serserinin yatağında
kirletebilir insan bir aşkın masumiyetini.
kurnazca aşağılayabilir insan
şaşılası her bulmacayı
sadece bir tek bilmecenin çözümüyle uğraşabilir
sadece boş bir yanıtın bulunuşuyla avunabilir
boş bir yanıt, evet beş yada altı harflik.

bir ömür diz çökebilir insan
öne eğik başla, soğuk bir türbenin eşiğinde
bilinmez bir mezarda tanrıyı görebilir
değersiz bir kaç bozuklukla inanabilir
bir caminin odacıklarında çürüyebilir
mezar duaları okuyan bir ihtiyar gibi
bir sıfır gibi, eksilmede, arttırmada, çarpımda yahut
hep aynı sonuca varabilir

kahrının kozasında senin gözlerini
eski bir ayakkabının uçuk düğmesi sanabilir
su gibi kendi çukurunda kuruyabilir insan.
bir anın güzelliğini utangaçlıkla
gülünç şipşak bir resim gibi
sandığın dibinde saklayabilir
boş kalmış çerçevesinde bir günün, insan
bir hükümlü, bir yenik, yahut
çarmıha gerilmiş birinin resmini koyabilir
bir duvarın yarıklarını suratçıklarla kapatabilir
daha anlamsız resimlere karışabilir.

kurma bebekler gibi olabilir insan.
camdan bobncuk iki gözle kendi dünyasını gören
kadife bir kutu iöçinde
saman dolu bir gövdeyle
yıllarca tül ve boncuk ortasında uyuyabilir
tüm hercai ellerin her baskısıyla
nedensiz haykırabilir:
"ah, ben pek mutluyum"

f.f

18 Kasım 2011 Cuma

at the same time




(tık&tık)

gökyüzü devam ediyor

bunu omuzlarından anlıyorum



sen dağınıklık diyorsun

ben dalgınlık diyorum ona



sen nehirleri seviyorsun delice

ben bir derenin yıkıklığını



sen başıboşluğunu insanın

öteki berikiyi ben

kapı ardına bırakılanı



sen denize giriyorsun

ben kıskanıyorum tüm suları

tüm suları topluyorum ayaklarının dibinde



ayaklarının dibinde sonsuzu arıyorum



uzak devam ediyor

bunu omuzlarından anlıyorum



kim kimin ardından su döküyor şimdi

ben suyun yarasına bakıyorum

g.ö

13 Kasım 2011 Pazar

...



"yollara düşerken tökezlediğin,dağ yamaçlarındaki çiçekleri kokla.'doruklara tırmanmış, 'rüzgârlarını ezberlemiş'tir."

4 Kasım 2011 Cuma

ah biraz bulutlu olsaydı herkes, kimse sökemezdi yağmuru gözlerimizden...


i think i'm falling out of here

i can hear the grass grow

i can hear the melting snow

i can feel your breath against my ear

i  might just disappear

güne not



(tık&tık)

ne yaşamaktan korkuyorum ne de ölmekten
yağmurdan sonra size rastlayıncaya kadar
siz yağmurdan nasıl korkuyorsanız kardeşlerim
ben de sizden öyle korkuyorum hala

meğer insan kardeşiyle korkutulurmuş bu dünyada...

h.e

3 Kasım 2011 Perşembe

insanlar ölüme göre değil...



bu dünyadan zararlı çıkıyor her şey

insan da hayat da ölüm de

aşktan kurduğumuz kabile bile

dağıldı diyordu yerliler

yabancılar sebep olmadı buna

gökyüzü çökmedi,

toprak çağırmadı

yağmuru söktüler ruhumuzdan

ve dağıldık bir anı bile kalmadı bundan

hayat dağılınca ölüm kalır mı

yağmurun anısı yağmaktır, yağmur

 yağıyorken yağmurdur, şiir huyludur

şiir de yazıyorken anıdır

çatmaktır aşkın da anısı bir başka anıya

yağmurun da şiirin de aşkın da

anısı tez geçer, ruhu kalır, rivayeti yayılır


anısı, ruhu, kabilesi aşktandı

ilk ve son sebebi aşktı insanın

aşktı hayatımızı durmadan karıştıran

ve aramızda ölüme en son yakışan çocuk

aşktı, 'kaderim ol' derdik, olurdu

aşktı, en çok ona dua ederdik

aşktı, yokluğunda kendimize küserdik

aşktı, 'sebebim ol'du, olmadı

sanki tanrı kabilemizi sınadı

aşktan da kaldık hayatta ölümden de

kaldık ve 'var'ımız yoğumuz oldu

daha çok 'var' olacakmışız meğer

daha çoğumuz 'yoğ'umuz oluncaya dek



'var'lığım 'cehennemin öbür adı'ysa
yalnızca 'gelmiş bulundum' diyeceğim' buraya
beni kimin gönderdiğini söylemeyeceğim
yolcuyu da övmeyeceğim yolculuğu da
avunmanın uzun yokluğu ben de sürsün
'var'lığım bir avuntu bulmasın benden
üstelik coğrafyayı bir 'his ' olarak gören
bana ne serüvenden
bana ne  'var'lığımdan yolculuğumdan?

bu 'his' bana dilimi unuttururyor
avunmaz siyah bir his
üstüne kurduğum o işlek dil
kasabaya gelince neden susuyor

ölüm bizden üşümemişti daha
bizden başka tanıdığı yoktu bu kasabada
bahçeye tuzak kurak çocuklar yoktu
ölüme kurulan bir tuzak değildi büyümek
hayatın anlamını bilmiyorum bilmesine de hala
biliyorum çocuklukla gençlik arasında bir yerde
sıkışan o tarfisiz duyguyu
herkes hayatı anlamsız ve sıkıcı bulurdu
orada ben de bulundum ve hayatımı
herkesin bulduğu gibi buldum;
ölüm, hayatın kardeşiyse
yaşadığımız bu anlamsızlık niye,
ölümün bizi tanıdığıysa gülünç bir iddia
gülünç bile olmayan şu hayatı
ölüm tanısa ne tanımasa ne?


bu 'his' dilime vuruyordu
avunduğum bu gri his
üstüne çalıştığım o saf dil
aşka gelince nasıl coşuyordu


bir şiir de sayılmaz bir mektup da
yağmurla şımartılmış bir çocukluğun
kaprisi de denebilir o zamanlar
defterime yazdığım şu itiraza:


'insanlar insanları öldürmek için
doğuyorlar yaşamak için değil

insanlar en çok birbirlerini
anlamamak üzerine anlaşıyorlar

insanlar birbirlerine göre değil
yaşarken ölüm gibi diyorlar aşka
birbirlerini öldürüp aşk diyorlar buna da

aşkın 'ben'i öldürdüğü de yalan
aşk sendeki 'ben 'için
gerekli sana

herşeye aşkla başlıyorsak
demek ki aşk o büyük tuzak

herkes aşkı sevdiğini söylüyor
ben aşkı değil bir insanı
sevmek istiyorum seni beni
birbirimize anlatacak birşey
istiyorum, aşkın ölüsü olmak
istemiyorum, korkuyorum çünkü
ölümüne aşık olmaktan da

yarı yarıya öldüm sayılır hem
yarı yarıya öldürdüm sayılır seni de
ikimizden biri ölü çıkacak, yeter
bu aşkta ikimize bir ölü
onu gömelimn atık, o diğer
ikimizi de öldürmeden
ve aşkın kuyrbanı
bir ölümüz olsun ikimizden
...

insanlar birbirine göre değil
hayata göre, ölüme göre değil
eve fgöre ruh yok aşka göre sokak
bu yaşadıklarımız ölüme göre değil

...

bu 'his' yağmurdan geliyordu
avuttuğum bu mavi his
üstüne açılan o apalı dil
yağmurdan sonra eve dönemiyordu

evine dönemeyen dil parçalı
bir bulut gibi kekemedir
siyah kasabada bir 'his'
uğruna şiir yazılsa da artık
cinayeti kim hissedebilir....

2 Kasım 2011 Çarşamba

yazgı


anne, harflerin de annesi. çocuktan on üç sessizlik yılı büyük. çok erken anne. bilmeden inanıyor harflere. çocuğun önlüğünü alın çizgisinde yıkadı. gözyaşıyla kuruladı yakasını. sustuğu bütün cümleleri kuracak çocuk. avluya boncuklu zamanlar getirecek. çantasını parmaklarıyla öperek hazırladı. çantası evin en küçük odası. tarlaların sabahını, gaz lambasının isini, babanın kasvetini, kardeşlerin ayçiçeği gözlerini bir bir koydu. çocuk uzak hayatları bunlarla öğrenecek. iyiliği mutsuzluktan biliyor anne.

ey kan pıhtısı kasabalar… kaç çocuk yazgınızı okur bir ömür, kaç anne doğurur sizi, kaç anne rüyanızı ölür.

ş.e

1 Kasım 2011 Salı




- ölümün bir insanda doğruladığı -



iyi ki geldiniz burada bulundunuz

her şey öyle uzun, biz soğuğuz ve

öyle solgunuz...



perdeleri kaldırdık. ölüm

ıslaktı dünyada. denizsiz bir salı günüydü.

camları açtık, öyle kaldı artık.

denizsiz bir salı kimler için önemli?

ölü, boşluğumuzu doldurdu birden,

kolasız, yakışıksız (ölü yıkayıcılar gelince)

sigara masalarında, tenteneler,

duvarlarda aile fotoğrafları, ölüye uygunsuz.

camları açtık, öyle kaldı artık. ta ki,

bir kadın su içsin evinde. -adın bir

avunmadır omuzlarımda ve anlağımda, büyük su-

bazan bir ölüm büyük bir yadırgamadır şehirlerde.



"geldiler. büyük ocaklarını kurdular

bir atı ürküttüler ve yusufçukları.

denize gitti onlar.

ölünün çenesini bağlamışlardı, uzattılar.

karnına bıçak koydular, kara saplı aradılar.

apış aralarını sildiler, temizlediler.

karnını oğdular, yine sildiler.

ayak başparmaklarını bağladılar.

kefenine biçip giydirdiler.

ölümü tazeleyip bağışladılar."



vapurda bilet sordular, birden. vakit,

geçti. küçüldüm.

-bir ölüye geç kalmayalım baylar,

biletler nasıl olsa kesilir.

sokak başlarını tazelediler bitkin sonuçlar

- bir de fonde de pouvoir, nasıl ölür kimbilir?

ayaklarını yıkadıktan sonra. umulmaz. -

tersaneden bir işçi, bir otelden bir garson

ve ben

ve bir su.

uzungar'lar, uzunavlular, uzunsessiz

yitirdiğimiz o son duyarlık, o sessiz başkaldırma ölüme

ve kaçamak bir bakış, çekici külrengine

ölünün ağzındaki.



"uzun sessiz ölüyü yıkadılar.

direnmedi. anısı tükenmedi. sürdü."



iyi ki geldiniz, burada bulundunuz

her şey öyle uzun, biz soğukuz ve

öyle solgunuz...

t.u

...



çılgın!.. bir dağdan gelen ses!..

kimliği karışık. bir ölünün içindeyiz.

ellerim tükenirse ne güzel!..

kıyı adamlarına içki götürüyorum.



"bir köpeğe bir ağıt

bir kadına bir ağıt

bir kıyıya bir ağıt

bir doğu kentine bir ağıt

bir batı kentine bir ağıt

bir kantine bir ağıt."



coşkun süreç bütün bağışlamazlığını almış gidiyor.

su hazır.

herkes kendi azlığını almış gidiyor.

o trenler, uzun şeylerin aldandığı,

bir boşluğu betimleyen ey en güzel resim.

akşamımız kıyı alışverişlerinin en gözde malı.

bir çöl bitkisinin gövdesinde rahat buluyorum sırtımı

ölüme temiz değilim.



"bir gün bir şeyler aranırsa

bu benim korktuğumdur."



ah sonsuz düzen

nasıl da varsın...



"toprak kara ıslaktı. yakardık.

açılan çukuru gördük. derindi.

tabutu tuttuk. tahtaları koydular.

tabutu indirdik. ağladık.

toprağı ellerimizle attık. ağladık.

ölüyü gömdük."
 
t.u