4 Ağustos 2009 Salı

kristal



benim dudaklarımda arama dudaklarını,
yabancıyı kapının önünde,
gözyaşını da gözlerde arama.

yedi gecedir ufkun ufka yolculuğu,
yedi yürek boyunca vurur el kapıya,
yedi yerk sonra akar fiskiye

p.c
"kederli olduğumuz zamanlarda da yine yüreğinizin derinliklerine bakın, o zaman gerçekte, bir zamanlar sizi mutlu kılmış olan şeye ağlamakta olduğunuzu görürsünüz"

cam seslerinden bir anı



kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi

bir anı kaldı

kısacık bir andı,

o çok duyarlı dengeler

yansıdı

ipe dizilen inci

dünya ile kişi

ilk yazdı, sonradan saydam birşeyler


yağdı

uyum karıştı ince havaya

kısacık bir andı, belki farkında bile

değildin sen




ben sonsuz kişiydim



o kapıdan

çıkarken

anıların cam kırıkları gibi

toplandığı o an

başka anıların anıları

geçiyor aklımdan...


l.m




"ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün!"


"seni anlıyorum" demek büyük bir yalandır. kocaman bir yalan. kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada... var olan en sağlam zırh insan vücududur. içindekileri en iyi saklayan kasa odur. koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya. deliliğin kokusunu, anormalliğin kokusunu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın, otobüs durağında.



sadece gördüklerin vardır. beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu...ölümlü olduğunu unutamadıktan sonra ne gereği var anlamanın? tutunsanda aşıklarına, zincirlesen de kendini dostlarına yine de gömülürsün toprağa. gerekirse hepsiyle beraber gömerler. firavunlara yaptıkları gibi.


anlayan şöyle der:anlayamasaydım da ölecektim. daha çok anlamak yormayacak tabutumu taşıyanların kollarını. çünkü ne daha ağır oldum, ne daha büyük!"


"işte" dedim. "umut bu. bir tekne. başka birşey değil. koca okyanusta devrilmeden yol almaya çabalayan bir tekne. sonsuzluğun dalgalarıyla savaşan bir ceviz kabuğu. hepsi bu. köhne bir tekne." ben bindim. kamarasında uyudum. hiçbirşey değişmedi. isterdim yeni bir insan olarak inmeyi o tekneden. değişmeyi, iyi biri olmayı, hissetmeyi, sevmeyi. hepsini isterdim. ama istemenin yetmediğini çok erken anladım. hiçbir şeyin yetmediğini! dünyayla mesafeli bir dostluk kurmak zorunda kaldım. çünkü kuşkulandım bana verdiği hediyelerden. her şeyden! kendimi kaybettim. buldum. umut adındaki teknede bir hafta kaldım. ne dövmelerim silindi, ne de zihnim ölmekten vazgeçti...


"yeryüzüne inme zamanı..."

aşk


nasıl çıkamazsa insan

kendi gövdesinden dışarı

*çıkamazsın cezan dolmadan

kapatıldığın aşktan*



çünkü aşk hapishanedir

kendini biriktiren

için için ve kendiliğinden

çözülen günü geldiğinde


kilidinden



m.m

dejavu


her şey aynı, hep aynı günü yaşamak,aynı tepsiye koyulmuş dilimler gibi,bari arada bir üçgen kesseydiniz diye geçiriyorum içimden,yaşam bir süpriz yap bana,ya da dur ben şaşırtayım seni kendimle

öylesine




içimde bir his git buralardan diyor,anarşist bir müzik dinliyorum,ağladığımı asla görmeyeceksin diyor fonda kadın,başımı sallıyorum,katılıyorum sana be kadın diyorum.içimde gene o duygu git buralardan diyor,üstüne basa basa,git buralardan. yaz gelince kimseler kalmıyor zaten istanbulda ,herkes yazlıklara,maceralara koşuyor.
gidemeyenler tatil hayalleriyle kıvranıyor.ama gelen tatil hissiyatım değil,denizi özledim elbet, gece yüzmeyi,babamın endişeli bakışları altında gece karanlığında kaybolmayı,çocukluk arkadaşlarımı,küçük sıpalar gibi kumda koşturmayı özledim. hele sadece deniz sesiyle kitap okumayı...ama istediğim bu değil,ben dünyanın bambaşka bir köşesinde yaşamak,oraya ait izleri taşımak,kendimde kayıp hissettiğim parçaları bulmak istiyorum.herkes istiyor elbet ama kim cesaret edebiliyor,kaçımız? geçerli bahenelerimiz var,o bahaneleri getiren yerleşik yaşamlarımız,ezilip kaldığımız kurallarımız var.
yapmak istediklerimizle ,yaptıklarımız arasındaki mesafe büyüdükçe kendimiz ve ruhumuz arasındaki mesafe de büyüyor,kendimizden eksiliyoruz, çoğaldığımızı zannederken. içimizde adını koyamadığımız boşluklarımız, kara deliklerimiz ,hüzünlerimiz ,içimize bağıran sesimizin yankısı belkide.insan kendi içine çokça bağırır,çokça konuşur kendisiyle,kendinden gizli konuşmalarının varlığını kabullenmeden.bütün o bahanelerimizi sıralarken biz, en çok da kendimize belki de,zaman da insafsız davranıyor,biz yürürken o koşuyor malesef.bir yandan hayatı yakalama ,hiçbirşeyi ıslamadan yaşama telaşı içindeyken yaşadığımız anların keyfini çıkaramadığımız çok olmuştur.yaşanılan anların kıymetini bilmek ,onlara sıkıca sarılmak gerekiyor,onlar için yaşam dakikalarımızı verdiğimizi düşünürsek.

bardağın dolu kısmını görmelisin der babam,hep boşluğa bakmayı bırakmalısın,o boşluk sen yaşadıkça dolacak.yirmi yaşındayken yapmak istediğim çok şey vardı,pek çoğunu yapmadım üstelik,yapamadım değil yani yapmadım.onca verilmiş imkana , itelemeye, acaba daha ne kaçırıyorum duygusunu yaşamaya anlamaya çalışırken ,zamanın akıcılığına kapılarak yapmadım.dün konuşurken anneme ,belkide o zaman şimdidir,belki de şimdi gitmemin vaktidir dedim. belkide dedi,bunu sadece kendin bilebilirsin ,hiçbirimiz senin hayatını yaşamıyoruz,sadece düşme diye tutmak düşer bize dedi, gözlerinde ki endişe ise bambaşka bişey mırıldanıyordu.

ailenin deli kızı olmak hep en iyisidir,çünkü kestirilemez oluşunuz ,senden herşey beklenir duygusunu da beraberinde getirir.kendime bakıyorum ,evet benim bardağımda hala boşluk var ama bu dolu olmadığı manasına gelmiyor,hayatta iyi ki diyeceğim pek çok şey yaptım,hayata kattıklarım oldu,hayattan aldıklarım,kendim olmayı bilerek yaşadıklarım oldu .bunların farkına vardım, kendimi anladım nihayetinde,beni ben yapan herşeyi özümsedim.iyi ki demenin bir de yaramaz kardeşi vardır neticede keşke.keşke demek istemiyorum tüm ömrümce. keşke demesek,dememiz gerekemese keşke.

There is something haunting in the light of the moon…