10 Mart 2011 Perşembe

*bazıları susmayı aldılar, kimileri "evet" demeyi, avunup yansılamayı...



hoyrattır bu akşamüstüler daima.

gün saltanatıyla gitti mi bir defa

yalnızlığımızla doldurup her yeri

bir renk çığlığı içinde bahçemizden,

bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan

lavanta çiçeği kokan kederleri;

hoyrattır bu akşamüstüler daima.


tutmayacaksın öfkeni derdi nergis hanım, bir şekilde karışmalı hayata öfken, bir şekilde terketmeli bedenini. söylemedikçe, söyleyemedikçe, sustukların... gerçeğin, acı tadı ters tutulmuş bıçaklar gibidir, avuç içlerin kesilir. çocuk aklımla anlamış gibi kafamı sallardım, zaten söylediği de ben değildim.  yine de sustum, bilmenin lanetini taşıyarak sustum. önce bir dostun mailine, sonra müziğe karıştı aklımdakiler, volver, ya sonra, pagan poetry, oceania , empty derken... tıpkı şiirdeki gibi manyaklaştı duygular. ömrümde hiç ama hiç çıplak ayak yürümemiştim karda, parmakuçlarımız ellerimizde midir sadece, sevgilimizin dudaklarının dokunduğu... az önce kahveyle sarhoş olurken, ılık bir suya sokmak ister gibi eğilip çıkardım çoraplarımı... kedilerin dışarı çıkmasını engelleyen sinekliğin kilidini aşırdım...  kulağımda devrilen dağ yolları gibi sözcüklerim, ya sonra... terasın rüzgarı, soluğumu beyaza çevirirken, üstelik kar hala yağarken, bir adım attım dışarı...  sonrasında bir adım daha... bütün öfkemi kar tanelerinde dağıttım . sonra yağmura dönüştü kar. yağmur her seferinde sen demekti bu coğrafyada.ben şarkı söylüyordum yağmur içime sızıyordu kar tanelerine dönüşürken...

söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir


kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;

insan, yağmur kokan bir sabaha karşı

hatırlar bir gün bir camı açtığını...

uykuları cânanla uyumak gibi insana bağışlanmış bir hüzzam beste vardır...



prensesin uykusu

(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)

yatağa yürürken açıyorum pencereyi, sadece yağan kar değil,rüzgarla havalanan çoktan ölmüş olan kar... ah,  hep o duygu, şimdi birilerinin salladığı kar küresinde bir figür olma hali. istanbul poyraz, iyot kokuları kar'a teslim, usulca itilirken kapı, gözlerim kapanıyor. bir kedi, hep aynı harekete aşina, dolanıp yatağın öbür tarafına, usulca kıvrılıyor, karnımın içine.  bembeyaz aydınlık bir sabaha uyanıyor gözlerim, çiçek açmış ağaçlarda hamile kadınların telaşı. istanbulun kar ayazında pembe düş çiçekleri havalanıyor.  rüyalarım karla kaplanıp baharla çoğalıyor. sabahları hala değişilmiyor, uykunda seni seyretmiş gözlere açmak gözlerini. ve görmek kirpiklerin arasında, sabahı, aşkı, yaşamı...

sen beni beklerken hiç uyumadın mı?
hiç...
keşke kapatsaydın gözlerini, prensesin uykusunda.
sana pespembe bir kar gösterecektim.