31 Mart 2010 Çarşamba

mırıldanmalar



I


içimden dedim beraber yürüyelim olur mu


varsın gemilerimizi taşıyamasın sular


varsın yarı yolda uyuya kalsın


bize gönderilen bahar




içimden dedim beraber yürüyelim olur mu


varsın gölgemiz olsun hüzün


dilediği gibi uzatsın canevimize ayaklarını


varsın annemiz olsun tütün


hayat daha sert vursun yumruklarını




II


içimden dedim ilmeği kaçmış bir hayat bizimkisi


nedir alnımızdan öpmek için izimizi süren


kalmış mıdır kalesi düşmüş bir şehrin cazibesi


nedir yalnız bize yakışan bu serüven


bu serüven ki


bizden biri yaptı sırtımızdaki hançeri


ve terketti bizi huzur denen sevgili


kalakaldık, şaşkınlığın avuçlarında


billur bir kuş gibi




III


içimden dedim gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu


beraber yürüyelim olur mu…




i.t

ellerin değince denizlerime


kalkıp bir ağacı suluyoruz ellerinle
yağmura bakıyoruz -hep yağıyor-
pirinçhan'da bir gramofon
-beni kör kuyularda...
ellerin öylece duruyor masada
kuyum ustası ellerin
bir şunu unutmuyorum
gülerdin, şenlenirdi bahçelerim

ben alıp ellerini uzaklara gideyim
ardım sıra kambur cüce
çevirsin çemberini
alıp gideyim ellerini...ellerinin
tenimdeki gül dövmesini

kaç kış uyudum, unuttum
karlar nasıl erirdi soğuk göllerde
paslı dilim ağulu dilim kekeme
çamaşır günleri kapı önleri sevişmeme
saatleri evlerin, bir peygamber çiçeği
ağzında yarım bir cüzle
beni ezberle, diyor, beni ezberle
bir bunu unutmuyorum, bir de
parmak izlerini,ateşler içinde

kaç vurgun kaç hastalık
ölmedimse, telkâri gümüş
ellerin, işlediği için
bir gül
bir daha
köklerime

bir şunu unutmuyorum
aşk en güzel yenilgi
ellerin değince denizlerime

ç.s

mazhar alanson - hüznün kuşları

sen tutar kendini incecik sevdirirsin...

milena'ya mektuplar

bak: "en çok seni seviyorum" diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, "sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla" dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki."

"her tarafa milena yazdım, yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük bir coşku ile bunu herkese göstermek istiyorum. hasta olduğum için “6 ay boyunca dinlen, günlerini boş geçirmeye bak” diyorlar. oysa bu altı ayın sadece 4 günü izin veriyorlar mutluluğa. hala hastaysam suç bende mi peki? "
"istasyonda bana bakan yüzünü düşündüm. unutamayacağım bir doğa olayıydı bu."
"bana her gün yazma demiştim dünkü mektubumda, bugün de aynı şeyi istiyorum senden, bu ikimiz için de daha iyi olur, hem bugün daha da direniyorum bu isteğimde -ama ne olursun Milena, sen kulak asma bana, yine hergün yaz bana, kısacık da olsa yaz, bugünkü mektubundan daha da kısa olsa iki satır ya da bir satır, bir sözcük olsun yaz Milena... korkunç acılara boyun eğmek zorunda kalırım tek sözcüğünden yoksun olursam."
"durumumuz aşağı yukarı şöyle: ben, bir yerlerde, pis bir çukurda yaşayan (çukurun pisliği benim orada oluşumdan) ormanları tanımayan yabani bir hayvandım. birden seni gördüm ışıklar içinde, aydınlıkta, o güne kadar gördüğüm en güzel şeyi, seni: unuttum olup bitenleri, kendimi unuttum kalktım ayağa sana yöneldim..."

"seni gördüm düşümde bu sabah yine. yanyana oturuyoruz... sen itiyorsun beni, ama kızmadan, gülerek. üzülüyorum, ittiğin için değil, seni itmeye zorlayan davranışıma üzülüyorum. sızlanmayan, yakınmayan, herhangi bir kadına davranır gibi davranıyorum sana; sessizliğinin ardındaki sesi -hem de bana seslenen sesi- duymadığıma üzülüyorum. duyamadım mı dersin? duymuş da olsam, karşılık veremedim ya! ilk düşümden daha perişan daha kötü ayrıldım yanından. bir yerde okumuş olacağım, buna benzer bir olay geldi aklıma:

"ateşten örülmüş uzun alevlerdir sevgilim,
dolaşır yeryüzünü, sarar beni.
ama sardıklarını değil,
görmesini bilenleri sürükler ardından..."
senin
(adımı da yitirdim!
küçüle küçüle "senin" kaldı yalnız.)"

k.