bak: "en çok seni seviyorum" diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, "sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla" dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki."
"her tarafa milena yazdım, yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük bir coşku ile bunu herkese göstermek istiyorum. hasta olduğum için “6 ay boyunca dinlen, günlerini boş geçirmeye bak” diyorlar. oysa bu altı ayın sadece 4 günü izin veriyorlar mutluluğa. hala hastaysam suç bende mi peki? "
"istasyonda bana bakan yüzünü düşündüm. unutamayacağım bir doğa olayıydı bu."
"bana her gün yazma demiştim dünkü mektubumda, bugün de aynı şeyi istiyorum senden, bu ikimiz için de daha iyi olur, hem bugün daha da direniyorum bu isteğimde -ama ne olursun Milena, sen kulak asma bana, yine hergün yaz bana, kısacık da olsa yaz, bugünkü mektubundan daha da kısa olsa iki satır ya da bir satır, bir sözcük olsun yaz Milena... korkunç acılara boyun eğmek zorunda kalırım tek sözcüğünden yoksun olursam."
"durumumuz aşağı yukarı şöyle: ben, bir yerlerde, pis bir çukurda yaşayan (çukurun pisliği benim orada oluşumdan) ormanları tanımayan yabani bir hayvandım. birden seni gördüm ışıklar içinde, aydınlıkta, o güne kadar gördüğüm en güzel şeyi, seni: unuttum olup bitenleri, kendimi unuttum kalktım ayağa sana yöneldim..."
"seni gördüm düşümde bu sabah yine. yanyana oturuyoruz... sen itiyorsun beni, ama kızmadan, gülerek. üzülüyorum, ittiğin için değil, seni itmeye zorlayan davranışıma üzülüyorum. sızlanmayan, yakınmayan, herhangi bir kadına davranır gibi davranıyorum sana; sessizliğinin ardındaki sesi -hem de bana seslenen sesi- duymadığıma üzülüyorum. duyamadım mı dersin? duymuş da olsam, karşılık veremedim ya! ilk düşümden daha perişan daha kötü ayrıldım yanından. bir yerde okumuş olacağım, buna benzer bir olay geldi aklıma:
"ateşten örülmüş uzun alevlerdir sevgilim,
dolaşır yeryüzünü, sarar beni.
ama sardıklarını değil,
görmesini bilenleri sürükler ardından..."
senin
(adımı da yitirdim!
küçüle küçüle "senin" kaldı yalnız.)"
k.