20 Temmuz 2010 Salı

136



göz mü yanlış rengiyle?

kışlar mı yaşam aralığı kadına?

kutlandık ezgisi böyle uzak,

yalnızlık, yalnızlık bitimsiz.

gece; ipek dokusu çözüldüğünde

ellerim; eksik cennetim benim


n.m

yazmam daha aşk şiiri



oydu bir bakışta tanıdım onu

kuşlar bakımından uçarı

çocuk tutumuyla beklenmedik

uzatmış ay aydınlık karanlığıma

nerden uzatmışsa tenha boynunu



dünyanın en güzel kadını oydu

saçlarını tarasa baştan başa rumeli

otursa ama hiç oturmaz ki

kan kadını rüzgardı atların

hep andım ne yaşanır olduğunu



en çok neresi mi ağzıydı elbet

bütün duyarlıklara ayarlı

öpüşlerin türlüsünden elhamra

sınırsız denizinde çarşafların

bir gider bir gelirdi işlek ağzı



ah şimdi benim gözlerim

bir ağlamaktır tutturmuş gidiyor

bir kadın gömleği üstümde

günün maviliği ondan

gecenin horozu ondan

c.s


p.s; “dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için / çok oldu tepelere vurdum kendimi”  dizesini okudum sabahın kör vakti, kendimi çıkaramadığım kitap yığınlarını yerleştirirken bunun son olmasını diledim., kahvem çoktan soğumaya yüz tutmuş ve bildiğim bütün şarkıları bambaşka duygularla dinlerken, akan boğazı gördüm. hiçbirdenizde olmayan o büyü, akan nehirler gibi bu deniz, duygularımız gibi...  muzurluk edip atlas koydum n.m ile t.ö'nün arasına belki gitmek istedikleri yerleri konuşup gülüşürlerdi kendi aralarında. bir gece yarısı buraya düşsem bütün kitapların yerini gözü kapalı bildiğimi anladım. yepyeni bir hata için iniyorum akdenize diyordu i.ö, ve değişiyordu gölgeler, güneş bulutların arkasında ışığını kaybetmiş bir sarkaç, yağmur ha indi ha iniyorken, rüzgardan mıdır nedir, denizin tuzu  dudaklarımda.

yüreğin yaban argosu



bir çocuktun sen

bir çocuktun sen bir bardak duruyordu eşikte;

dolu bir bardak duruyordu eşikte
.

o zamanlar sen daha neydin ki,

annen alucra'nin gizli su kürelerinden geçirdi seni;

at arabalarıyla ve büyük bir kalabalıkla gidilen baş döndürücü mavi su kürelerinden.

neden sonra aldın o bardağı;o yüzyıl beklemiş sütü;çırpınarak tülbentten süzülmeye

uğraşan o koyu,o beyaz,o rahatsız sübyeyi içtin elinden; o süreğen elinden.


annen miydi? kesik saçı ve açık ensesi miydi teyzenin?

içtin elinden.kar mı yağacaktı artık

birdenbire açıldı yüzün

birdenbire keskin karanfil kokusu kanırtılmış merakın

birdenbire doruklarda dev bir atın nal izleri

birdenbire tirkazından kurtulmus kan sıcaklığı

birdenbire farkına varılması bu gece de dün geceki gibi sallanan

bir fenerin birdenbire donması yasaların donan bir ışık gibi

birdenbire esnek bir saniyede toplanmıs bütün bir çağın ağırlığı

birdenbire tümden gelmeye başlayan bir gramofon çiçeği günlerce tüme varıp varıp da

birdenbire karnından boşalmaya baslayan su,iskeleyeyanaşmak üzere olan vapurun

birdenbire gözden siliniveren iki ceylanıbahri

birdenbire iki kafes kıç güvertede

birdenbire iki kuş biri senin kız kardeşinin sandığındaki kokunun renginde

biri bir ilkokul öğretmeninin köşeye atılmış geceliğinden

birbirine yapışık iki kuş çılgın bir sevinçle

birdenbire bir çıglık,yakından,en yakından:gör bizi dünya,görsene bizi!


bir çocuktun sen parıltılar yaratacaktın düzensizliğinden

bunun için belki de masmavi bir örtü gibi bırakarak gölgeni

geçtin resim çeken söğütlerin içinden

bir yalvaç ılıklığı içindeki ıhlamurları

geçirdin bakışlarının eziklerinden



ve aktı durdu

o ilk

o baş döndürücü

o cahil su

şiirdi bir çeşit: yüreğin yaban argosu.

bir çeşit dostluktu

duyardı

cakılın içinde

damla damla gelişen

bir udu.

c.s

sibernetik



üç kere üç dokuz eder

bilirsin

birin karesi birdir

kare kökü de

bilirsin

“mutlu aşk yoktur”

bilirsin….



ama baharda ya da dışarda

sonsuz gögün altında

aşkın aşkla çarpımı

nedendir bilinmez

garip bir biçimde

hep sonsuzdur…



kare kötü de yoktur…

t.u

evet, isyan


demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim

göğsünde hazin ayak izleri eski şubatların

onu yaralar kıpırdatıyor

ve o sertelmektedir yaralardan

kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri

saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran

içimize güneşler bırakan nal sesleri.

keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın

varınca bayrakları, marşları duyuyorum

başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor

durup dineliyorum bütün taframla

bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün

hantal yüreklerin olduğu orda.



kesik kolları var aşkın

döl ve inat barındıran.

hırpanî bir okşayışla akşam

yanaşınca çocuklara

ben karakavruk yüzümün arkasında

kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum

bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan

halksa kal'am onu kal'a kılan benim

boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü

çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.



ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri

çünkü kavganın göbeğidir benim yerim

canlarım, kollarında parti pazubentleri

dik başlar, erkek haykırışlarla

göndere, en yukarlara çekiyorlar

en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.

yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan

yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde

kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor

köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?

asfalt yakıyor genzimi

asfalt adamlarını topluyor aramızdan

yıkılıp omuzdaşlarının seslerine

yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.



ben merd-i meydan

yani toprağın ve kanın gürzü

güllerin bin yıllık mezarı bendedir

yukardan bakarım efendilerin pusatlarına

insanların bütün sabahlarını merak ederim

gök hırpalanmaktadır merakımdan

ıtır kokan benim yumruklarımdır

benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.



alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara

vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın

vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa

zülküf de vursun.

yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.

i.ö

güne not

(tıklayın, dinleyin)