14 Ağustos 2010 Cumartesi



ölümsüz gülüşünle başlıyorum

her güzelliğe, her sevince

bir yağmur ince ince

sürerken beni başka zamanlara



zamanla yorgun hanlara

dönüyor işte gördün herşeyim

kuru topraklar gibi dağılıyor belleğim

sınırsız bir boşluğu süre süre

yorgunum çok uzaklardan geldim

kaygılar, sıkıntılar yaşadım uzun uzun

korkuyu yakından tanıdım

ölümsüz düşmanı oldum korkunun



şimdi bakışınla bağlanıyorum

kocaman bir dünyaya umutla

bir akşam aşılmaz kaygılar

çağırırken beni sonsuzluğuma



sıcaklığın beni alıştırıyor

soğuk ve yağmurlu akşamlara

üşümüş bir kedi gibi sığınıyorum

ellerine, ayaklarına, saçlarına

a.t

güne not



o adam

kalbinin yakınında

olsun diye mi yaratılmıştı?

saate bakmak

varsın her şey sonraya kalsın


sonraya, en sonraya

sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil.

bir papatya ne kadar uzağı görebilirse

o kadar yakın kalplerimiz birbirine


ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik

kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik

kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık

kapıları açarken birbirimize ağladık


(ne kadar da çok severmişiz birbirimizi

sahi ne kadar da çok severmişiz

yıllarca ,yüzyıllarca öpüştük

sigaralar tuttuk ,içkilerin en iyisini sunduk

istersen bu gece burada kal ,dedik

sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık

sık sık görüşelim, olmaz mı dedik

iyi bildiğimiz ne varsa yaptık,ayrıldık

ortada her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)



köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını

ödemesi çok güç sigaralara

manav yarı anlamlı güldü biz geçerken

eriklerden,çileklerden,o canım kirazlardan bile utanmadan

hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan

hani rengi içimize göre değişen: mor,mavi,pembe ,sarı

ilk defa merhaba dedi bir balıkçı


çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere

sigarası dudağında: merhaba!

ya peki biz ne dedik,ne dedik

yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk

yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik

su satılan dükkanlara baktık ,yüzümüz cam cam ışıdı

ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık

köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük

su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde

şöyle yazdı:

her şey sonraya kaldı.


ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül

gölgesi yüreklerimizin

öfkemiz sevgiye benziyor şimdi,sevgimiz öfkeye

ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor

çıplak ölüler birbirine kenetlenmiş ölüler halinde.



bir otobüse biniyoruz ,sahiden biniyor muyuz

söyle ,nerde “göğe bakma durakları”, nerde

birinin elinde gazete ve süt

gazete mi, evet gazete

bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor

paramızı veriyoruz ,üstünü alıyoruz,bozuk paralar

cebimizde nikel

cebimizde sarılmış ölüler halinde.


her şey bir hızlı adım olmamaya

ama gün gibi taptaze bir umut gözlerimizde

saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan

çok uzaklara bakmaktır,diyoruz, durmadan saate bakmak

yemyeşil bir su takılıyor akrebe ,bir çavlan

yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana

anılardan anılardan çoktan vazgeçtik

yaşadığımız bugün nasıl

güzelliğimiz hangi güzellik.



biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da

acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz

belki bir hazırlık bu başka yazlara

yakın yazlara, uzak yazlara

çünkü her şey eskiye kaldı

anılar bile

her şey, ama her şey eskiye kaldı

vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına.



e.c