14 Aralık 2010 Salı

incâ kesîst pinhân, hodet megîr tenhâ


(tıklayın & dinleyin)



ilk defa orada okumuştum," kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür" diyordu mevlana, mevlevi dervişlerinin şehlerini öldükten sonra gömdükleri mezarlığa hâmûşhâne ya da hâmûşân deniyordu, yani  suskunlar evi... insan bir kitabın içinde nasıl da öğrenci kalıyor hayata, gezip dururken bilmediği sokaklar misali satırların arasında, orda birşey tutmuş elimi beni öylece götürüyordu, onun için ben bütün cümleleri önce susarak kurdum. eflâtun rengi hayaller kuran bir "suskun"un sözleriydi herşey, biz ise mor, eflatun ve mürdüm yaşıyorduk dünyayı. bazı renkler kendileri var olamıyor tıpkı aşk gibi iki tarafı birden bulmak gerekiyordu.
kulağı olan herkesin işittiği gibi gözü olanda herşeyi görüyor muydu bu hayatta, ben bir kitaba gittim giderken, döndüğümde herşey farklıydı... ve "herşeyi bilmek için, belki de hiçbirşey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı" ben de tıpkı öyle yaptım.


bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu.

...
başlangıçta sukut var idi. ve her yer karanlık idi. ve yaradan yegâh makamında terennüm eyledi. ve bu ışıltılı nağme ile etraf nur oldu. ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. ve yaradan, bu yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün.

ve yaradan dügâh makamında terennüm etti. ve suların ortasında bir azim kubbe peydah oldu. ve kubbe ta arşa kadar yükseldi. ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü. ve varadan bu dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün.

ve yaradan segâh makamında terennüm etti. nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri göndü. ve yaradan bu segâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve terennüme devam etti. nağme ile mest olan toprak, ot, ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hasıl etti. ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün.

ve yaradan çargâh makamında terennüm etti. ve bu nağme vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, yaradan'ın hem gündüz'e hakim olduğu güneş ve hem de geceye hakim olduğu kamer'in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü. ve yaradan bu çargâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün.

ve yaradan pençgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, envai çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlukatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semada yankılanıp geri döndü. ve yaradan bu pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün.

ve yaradan şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı. ancak bu kez, nağme yankılanmadı. bununla birlikte yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir avaz gelir, hemen tanıdı: cins cins canlı mahlukatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, göklerdeki kuşların ve her şeyin hakimi ilan edip mübarek kıldığı insan'ın sesiydi bu. yaradan bu sesin pek o kadar çirkin olmadığını gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün.

ve yaradan heftgâh makamında es eyleyip sustu. çünkü sesini yer ile gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu. ve yaradan, yedinci günü mübarek kılıp takdis eyledi ve dinlendi.

...

ve
" belki de susmak,
gerçeği anlatmanın tek yoluydu. "