9 Mart 2010 Salı

temptation

onun çölünde



onun çölüne gittim.
konuğum,
duvardaki kan pıhtısında.
onun bulduğu damar beni çağırdı.
ve ruhum eski bir kanla yıkandı.

onun çölüne düştüm, oturdum çadırında.
eski bir kavmin buluşması ve töreni.
bir yaban kuş gibi tüneyip kıyıya
dedi ki bana “ölümsün sen”
mutlak
mutlak olan.

onun çölünde gece kımıldar.
yılan ve akrep karanlığıyla.
hayat bir zehre gizlenir
çoğalır sabırla.

o bıraktı beni.
çöldeki kızıl sularda
balıklara bakacak
nefesimi tutarak
uyuyacağım.

onun çölünde her gece
fısıldadım kumlara.
sordum nasıl yaptıklarını çölü,
boğmadan koyun koyuna.

onun çölünde ölüyüm ben.
gelin ve kaldırın beni.
gittiği yolda bulutlara değen bir gölge bırakılmış sanki.

bir sesle uyandıracak beni
kahra kan olan bir aldanışla yakaracak

tanrıya söylendim.
nasıl da zalim gövdede varlığı onun.
güzellik acıya kavuştuğunda yorulur ve
hep yaşlı kalacak bir gözün ışığıyla bakar;
her yüz bir işarettir tanrıdan.
bunu yaşlı bir adam söylediğinde
gözleri yoktu.
annem öyle inanmış olmalı ki ona,
yüzümü kederli çizdi.
ve uzayıp tanrıya
“işte” dedi
“benim annem yeniden doğdu
annem varlığıma döndü”

gece paslı bir kafesle durdu önümde
dua için zaman istedim tanrıdan.
onun varlığına adanacak hiçlik
düş için,
o büyüde kalbime saplanan acıyla
bağırdım;
başka adamlar, başka dillerde dua etsinler. Bizim için.
ölümü tanıdığımız ve sessiz olduğumuz için
kutsasınlar.

ölü bir yaprağın sürüklenişi gibi rüzgârda
gövdem yitirdi yerini.
ağır bir uykuyla gizlendi tohuma varlık.
ağır bir istekle.
kızıl kan pıhtısı. Tül sabah. Ört üstümü.
koyu gücünü yüzünün nasıl çizdiyse tanrı
ve ne gizlediyse kıvrımına gülüşünün.
gördüm ben.

tüllere sarılmış çölde ölümümü bekliyorum. Sakinim.
yok bir gece bu.
sabah uyanacak aşkı konuşacağız.
ne çok sürdü diyecek bana.
ne uzun sürdü hayat.

o uzun günün sabahında
sesini duydum gün ve gecenin çakışmasının.
bir tül işleniyormuş gibi aralarında
kavuştular usulca.

uyu ağır uykunu
taşların altında ve su isteğinle kal.
geniş bir avluda gece kapanan kapıların ağırlığı.
sürecek olan dilsizlik.
rüzgâr tırmalıyor kapını
aşk uzakta.

ne tuhaf inanmaman.
sırtıma dokundun ve orada ayla ışıyan çizgilerin
bir acıdan artan masumiyet olduğuna şaşırdın.
gideceğini söyledin
inanmadım sana.
oysa ben daha doğmadan biliyordum.
acılı bir ruhta oyalanan bir gövde bu.
saf ve çocukça bir düşün yatağında.

kan ve susuşla dinlenen ten kabullenir.
beyaz tül yatağında başucuma
camdan bir göz bırakıp gittin.

ona fısıldanan sözlerin
aşk olan varlığı
o gidince karardı.
yüzeyinde göğün
beyaz ve kıpırtısızım.

acıdan bir okla çıktım
bekleyiş yatağından.
içimde siyah bir taş.
atları gördüm.
kapı önlerinde oturan insanı, sözü.
çok yaşanmış bir çığlıkla hayat.

bir sırrın bana verilmediği yerden
sordum ona
bana ne söyleyeceksin?
çölün söylemediği ne?

ruhumu orada tutan ağırlıkla
geceye ilendi tenim.
ve çağırmadı çölü varlığım
ondan sonra.

aynaya dönüyorum
değişmiş gözlerim.
çölde kumlara bakan kadın
kedere bakan
artık benim.

gördüm çizgilerini avuçlarının
çöl her şeyi söyledi bana.

anladım nerede bitti aşk
kan pıhtılı odanda uyanan gövdem
neden sığmadı varlığa.

seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum.
gün doğumunda uyanan nefese ve sana dönen gözlerin
yakaran çizgisine.
çölden aldığını çöle ver
hayattan aldığını hayata.
artık beklemiyorum
kal orada.
geride, tepelerin art arda dizilmekle
var ettikleri dünya bir hiçlik ahtı gibi.
bir hiç ve gölge.
gece ay
gece tül ve yokluk.
yok gece.

çölden aldığını çöle ver
hayattan aldığını hayata.

b.m