9 Ekim 2010 Cumartesi

güne not





(tıklayın & dinleyin)

yağmurların sıcak yağdığı
sonbaharın  çiçeklendiği, dolulardan konfeti yaptığımız günler.
zamanı olmayan ağaçlar meyveye vururken kendini
olmayan beşinci bir mevsim bu...
ne söylediği önemli değil, seni seviyorum sokağına çıkıyor bütün şarkılar...

y.

feride




(tıklayın & dinleyin)

sunu:

`istasyonda konuşan iki dilsizdi onlar

ayrılığı söyleyen kara gürültülerde

şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşklar

kış`ın ve silahların beyaz serinliğinde

l.a



k(adın) : feride

uyruğu: dünya;

dinin yok, dilin var

ve sonrasını ben bilirim



aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce;

sonra gece; avluda bir kırık dal dursa üşür feride

tarihini düşünmedim, düşünmedim, ama tenimiz tanışır

ama tenimiz tanışır önce

ve terimiz...

o benim avradım olur gecelerce, günlerce;

sonrasını...sonrasını ben bilirim...



geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi, ipince

giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar

ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar,

feride, bir destan gibi yürüdü ömrünü

akmaya yaraşırken sular...



sonra sular sulara, günler günlere vururdu ve hayat onuda,

beni de hem ne kötü vurudu; hayvan gibi vururdu hayat,

küfür gibi, namlu gibi vururdu...sonra feride geceler boyu

uyurdu.ileride unutulmuş bir allah kendini doyururdu

ve susunca feride, yeryüzü boğulurdu...

yeryüzü yüreğimdi biraz da, kurudu... kurudu...



ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım kimselere

kimselere bırakmam



öpüşlere sararım, gidişlere sorarım

kimselere...kimselere bırakmam!

feride başak kokar, esmer başak

gözlerini hep s(aklar) utanırken

sonrasını...

sonrasını ben bilirim.

günler turşu kıvamındaydı; şarkı söyler, rüzgar giyerdik akşamları.masamızda hep

ucu karanfil dururdu; yaralamızı sarardık, sorardık ihtilal dönüşleri, infazlara

sayardık...



kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı: gelinler su başlarında,

şöförler direksiyon, gerillar silah başındaydı.bitmezdi tükürdüğüm savaşlarda `a

poletleri büyük beyni küçük`generallerin! orospular sızardı gecenin yırtmacından

yırtmaçların tenine küfür dolardı

ve küfür yazardı gazeteler

geceler küfür kokardı/ alkol ve sperm

günlerin yaslı yüzünde kirli kan

ve peçeteler...



peçetelerde günler turşu kıvamındaydı

faşizim kıvamında işkenceler

bir uzun yol şöförü yolları

yolları feride`yi andığım gibi anardı

geceye devriyeler dolardı



ne o

kimliksizmiydik?

feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında;

dağlara atarım, bulutlara katarım onu kimselere

kimselere bırakmam!



kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden

bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi

sarar gibi ağrısını ışık kanatlı bir güvercinin



dirildim, diriltim onu kimselere bırakmam

kimselere!



sonra tenini tutkuladım avuçlarımda

mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında

kattım onu yasak şarkılarıma, kitaplarıma

feride`yi şiir saydım biraz da...

nisan`ın kızıdır feride; bundandır nisan güneşi sinmiştir tenine ve kokusu

otların, kırlangıçların...

dağları uyutur koynunda kavgalara gidince; sonra aşk olur,

kadın olur bana gelince...ki aşkın saati, gömleği, takvimi yoktur; uçarı bir rüzgar

gibidir ansızın ne yana

dönse yüzümü ufka çeviririm.

sonrasını...sonrasını ben bilirim...



feride tütünü türküye banarda içier

yüreğinde bir tufan negatifleri

ölümden gelmiş, kollarıma yakışmış

bırakamam kimselere

k i m s e l e r e!



feride şiir huyludur, gül kokuludur

gül kokuludur gözleri ile gözlerime dokunur

dokunur

vaay!

o aşklar ki hayatın teninde sonrasız bir oyundu

dağıtınca bir yangının alanında süngüler

birileri anlatmaya koyuldu



`(...) bu gün kimse konuşmuyor(eski söylediklerini yinelemeyenlerden başka) , çünkü

dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri, haber vermeleri, yalvarıp

yakarmalarıdinleyeceğe benzemiyor.şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şey kırdı.bu

şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştukmu bir başkasından

insanca karşılık göreceğimize inandırır bizi(...) insanlar arasında sürüp giden uzun

diyalog bitti`...

a.c



(herkesin bir feridesi vardır bilmezmiyim

herkesin bir ayakkabısı gibi birde şarkısı

herkesin bir kimsesi vardır bilmezmiyim

bir de kimsesizliği..)



gözlerimle gözlerime dokunuyosun

bir bilsen o an gözlerim oluyosun

kaçalım, beni gören sen sanacak



görüyormusun dağlara dokunuyor insanlar

giderek dağlaşıyorlar

görüyormusun adınla başlıyor her şey

karın eriyişi, yağmurun dirilişi

özlemenin ilk harfi, gücün hecelenişi



adınla!

adınla her şey: şarabın dökülüşü, sesmin eskimeyişi...

ben ise sana abanıyorum

büsbütün aşk kesiyorum...



yenile yenile bana abanıyosun sende

ateş kesiyor dudakların

saçların iri bir tutumak oluyor bu yangın yerlerinde



ben nereye gitsem biraz senden gelirim

ardımdan kuşlar ve uykular gelir...



feride

ey yaar!



gelip bana çıkıyor bu kent

ben kentlere çıkıyorum

kentler kent olmadı feride

bir türkü tutturup açabilmeliyim anlımı

gecelerinde



güne koşerken çocuklar güne erkenden

ya deniz yada dağ kokmalı yolları



çocuklar çocuk olmalı

aç bakmalı sevgiye

çocuklar bazen bir ülkedir

gözleri gök(yüzünde)



ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde

herkes gibi olmalı, adı gibi

yoksa sonumuz olur feride

utanır rüzgarlar hakedilmiş iklimlere



çarşılarda kalabalık yürüyor

sanki topyekün bir ülke toprağın şiddetinde

ansızın o kalabalık soluyor`faili meçhul`lerde


(herkesin bir feridesi vardır ben bilmez miyim herkesin bir ayakkabısı gibi bir de

şarkısı herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim birde kimsesizliği...)


yanmaktan değil, yakmaktan 'müebbedenmen' ömrümde

iri dağlar, güzel kadınlar sevdim yine de

ve bir tutam hırçın gençlikle

yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne

yüreğim hep uçurumlar denginde

(ve hangi renkte olsak da

kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine

rengarengine...)

benim ömrüm hep beyaza kandı ey 'şarkısı beyaz'

ama hangi beyazı tutsam gri oluyor

sonra boğuluyor

kararıyordu...

hiçbir beyaz

bembeyaz;

hiçbir yaz,

yaz

kalmıyordu!

(bütün griler eskiden beyazdı feride...)

tüketmeden bir sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;

üç mevsim ilk yaza açılırken yeşile dolmak, yerküreyi

uçurumlarda bile sarmaşık gibi sarmak, tek telden her

tele bir akort atmak, dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarında, halaylarda

diz kırıp gülmek

varken;

sen sar ve sor bırakıp gitmek varken...


çünkü yalnız sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim;

kabaran belam, en umulmaz sularda vurgun yenilmiştim...

(artık sen... sen feride olsan da

bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansan da

kansan da mahvolmuşum, mahvolmuşum!)


her yağmur bir gök bulur, elbet kendine; her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş

bir kül, her takvim bir yıl bulur elbet kendine! her yangın bir duman, her öğrenci bir

okul, her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt;

her aragon bir fransa

her fransa bir elsa...

her karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin, her yarin bir zülfü vardır);

her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur

kendine; yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar...

her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her

mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir

kuytuluk bulur ya kendine,

bulur ya;


ben

senden

başka

sen

bulamam

b u l a m a m!

paramparça kıldım şiirimi
bu kadar b(ölüm) yeter mi?

s
o

n

r

a


a

ş

k:


sonra!

ve ben gittim yüreğimde kan gülleri

siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!


y.o

uçurumda açan




aşktın sen kokundan bildim seni

bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu

taşıttan indin sonra da karşıya geçtin

elinde bir tuhaf çanta saçında soku



akıl almaz işleri şu zambakgillerin

sokakta bir sövgü gibi akıp gittin

gözlerin sonsuz uzun sonsuz çekikti

baksan uçtan uca çin seddi’ni görebilirdin



yanındaki adam mutlaka kardeşindir

istanbul öyle ağırbaşlı bir kent değildir

aşktın sen gidişinden bildim seni

neye yarar sağduyuyu aşmazsa şiir



birbirimizi kucaklarken neye yarar

kucaklamıyorsak eski yeni sevgilileri

diyorum çoğunca evli kadınlar

bu yüzden ölü yıkayıcısıdırlar



bilir misin acaba ne demiş tilki

kişi bir anda nasıl çarpılıverir

kuliste yarasını saran bir soytarı gibi

giderek nasıl anlaşılmaz olur sözleri



ömer ki bir gölü balığı için değil

kamışı için vergilendirdiydi

ama değnek vurulurken zavallı uğruya

yüzüne ve neresine gelmesin derdi



selam size büyük durumlar doruk anlar

dağ görgüsü kazanır ağrı’yı bir kez görse de kişi

marmara’dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği

okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar



belki de biraz geç rastladım sana

ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza

1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi

eksikliğe mi alışmışız mutsuzluğa mı yoksa



bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu

ağır uykusu aldatılmış olanın

ve aldatanın delik-deşik uykusu

taşıttan indin sonra da karşıya geçtin



divan, nâzım hikmet, ikinci yeni

kaç gündür adını düşünüyorum

ne demiş uçurumda açan çiçek

yurdumsun ey uçurum


c.s