29 Mayıs 2011 Pazar

ki, görmek inanmanın en geniş kapısıydı...



(tıklayınca açılır fizy'nin kapısı)

yalnızlık âsâsıdır musa`nın, nuh`un gemisidir, isa`nın çarmıhı,

muhammed in devesi.

teraziden havalanıp bakkal hüsnü'nün, omuzlarına konan sineğin kanadıdır

sinek için,

elimdir benim, ayağımdır.

tenimdeki ürpertidir ansızın,

ansızın bana bakışınızdır.

h.a.t

28 Mayıs 2011 Cumartesi

geceye not


zamanı unutursak bir filmden diğerine
" only in dreams
in beautiful dreams"

şarkı için


(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)



...


 nesnelerin çekiciliği, bize dokunmadıkları ölçüdedir...

s.

“ama düşünüyorum da, insan aklının yarattığı en sınırsız oyun olan satranç ile insan imgeleminin doğurduğu en bitimsiz öyküler zinciri olan bin bir gece masalları arasında gizemli bir yazgı ortaklığı var sanki. ikisi de insanda tuhaf bir sonsuzluk duygusu uyandırıyor. ikisi de durmadan çoğalıyor: biri, hamle seçenekleriyle; öbürü, birbirlerinin bağrından doğaduran öyküleriyle. sonra, satranç kadar, bin bir gece masalları da bir oyun. satrançta amaç, rakibin en değerli taşı olan şah ı kıstırmak ve kaçamayacak bir duruma düşürmektir. bin bir gece masalları da, bir kadının bir adama ettiği bir oyun üzerine kuruludur. sultan şehriyar, karısının kendisini aldattığını öğrenince, hem onu, hem de onunla birlikte olanları öldürtmekle kalmaz, tüm kadınlara beslediği kinle her gün bir başka kadınla evlenmeye, evlendiği her kadını öldürtmeye başlar. artık yeni bir gelin adayı bulunamaz olunca, vezirin büyük kızı şehrazad, babasına onu sultanla evlendirmesi için baskı yapar. sonra sultana her gece bir masal anlatmaya başlar. ama her gece masalı bir yerinde keser ve ertesi gece tamamlayacağına söz verir. masallar o denli çekicidir ve sultan bunların sonunu o denli merak eder ki, şehrazad ın idamını her gün erteler ve sonunda onu öldürtmekten vazgeçer. şehrazad ın yaptığı, hem şehriyar, hem de masalları dinleyenler ya da okuyanlar için hazırlanmış bir oyun değildir de nedir?”

c.ü

24 Mayıs 2011 Salı

güne not

inen akşamın şarkısı olsun bu....

 ben mişim -neymiş- su sesiymiş

oymuş -cam kırıkları gibi gövdemi yakan-

yanağında sardunya kokusuyla yazdan

kimmiş o gelen ya giden kimmiş

bir yabancı mı, yoksa bir ermiş

değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.



güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi

yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan

ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan

kim koparmış dalından bu yabani incirleri

ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri

ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.



yıldızlar, büyülü ülke adımı unutturan

bir kaya, bir ot, bir akarsu

hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu

ki bütün ölüleri sığa çıkaran

ve kenti bir ölüm derinliğine salan

yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.



şiirler yazdım, kitaplar okudum

elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum

derinlerde kaldım böyle bir zaman

kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan

ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları

söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.

e.c

zaman kalp atışlarının yaşamı hızla parçalara ayırdığını duyacaktır

defalarca bu şarkıyı dinledim... sayfa kırkdokuzu uçuruyordu, baharın tepelerden başka bir yere uğramayan son rüzgarıyla... bergamut kokuyor hayat,bedensel acıları ezip geçiyor ruhumuzun dalgalanması, gece kendini hızla akan bir nehir misali götürüyor biryerlere, bulutların karanlığına aldırmadan, tüm kapıları tek tek kapatarak...



"ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını farkeder. işte o zaman birşeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki, henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz.: zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun  zorunlu olarak son bulacağını anlarız.

belirli bir zamanda, arkamızda bir kapı kapanır, kapanır ve şimşek hızıyla kilitlenir,geri dönecek zaman kalmamıştır..."

10 Mayıs 2011 Salı

...



kumanda panelinde izlediğim hiçbir bloğu göremiyorum, kim ne yapmış bilemiyorum...
hani nasıl düzelir, ne yapılır?

hazır gelmişken


dinleyin...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

geceye not...



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)

olmayan anılara duyulan özlemlerin gecesi, yağmur bir var bir yok, zaman  bir akıyor bir duruyor,
yeniğiz
düşlerin gecelerine...

“kimi zaman olduğu gibi mucize gerçekleşir, gizli çatlağın iki yakasında, her biri en uygun toprağı seçmiş değişik türden iki yeşil bitki yanyana bitiverirse; ve aynı anda kayanın içinde,onbinlerce yıllık bir fasılayı kanıtlayan, birbirine benzemez karmaşık kıvrımlar sunan, iki amonit kendini gösterirse, işte o anda zaman ve mekan birbirine karışır. anın yaşayan çeşitliliği çağları birbirine bitiştirir ve sürdürür. düşünce duyarlılık yeni bir boyut kazanır, o boyutta her ter damlası, her kas kasılması, her soluk alma bir tarihin simgesi haline gelir. bedenim bu tarihin devinimini tekrarlarken, aklım anlamını kavrar. yüzyılların ve uçsuz bucaksız toprakların birbirleriyle nihayet barışık bir dille söyleştikleri, daha yoğun bir anlaşılabilirlikle çevrelendiğimi duyar gibi olurum.”

s.

1 Mayıs 2011 Pazar

insan yaşadığı yere benzer



"...

her yere yetişilir

hiç bir şeye geç kalınmaz

çocuğum beni bağışla

ahmet abi sen de bagışla...


boynu bükük duruyorsam eğer

içimden böyle geldiği için değil

ama hiç değil

ah güzel ahmet abim benim

insan yaşadığı yere benzer

o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

suyunda yüzen balığa

topragını iten çiceğe

dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

konya'nın beyaz

antebin kırmızı düzlüğüne benzer

göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

denizine benzer ki dalgalıdır bakışları

evlerine, sokaklarina, kosebaslarina

öylesine benzer ki

ve avlularina



(bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)



ve sözlerine



(yani bir cep aynası alım-satımına belki)



ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer

sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne

camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına

minibüslerine, gecekondularına

hasretine, yalanına benzer



anısı ıssızlıktır

acısı bilincidir

bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

gülemiyorsun ya, gülmek

bir halk gülüyorsa gülmektir



ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi...

bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

dirseğin iskemleye dayalı



-- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --



cigara paketinde yazılar resimler

resimler: cezaevleri

resimler: özlem

resimler: eskiden beri



ve bir kaşın yukarı kalkık

sevmen acele

dostluğun cabuk

bakıyorum da şimdi

o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde...



ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi

biz eskiden seninle

istasyonları dolaşırdık bir bir

o zamanlar malatya kokardı istasyonlar

nazilli kokardı



ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası

kil gibi ince istanbul yağmurunun altında

esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen



kadının ütülü patiskalardan bir teni

upuzun boynu

kirpikleri

ve sana ahmet abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

sofranı kurardı

elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi

cocuklar doğururdu



ve o çocukların dünyayı düzeletecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

o çocuklar büyüyecek

o çocuklar büyüyecek

o çocuklar...



bilmezlikten gelme ahmet abi

umudu dürt

umutsuzlugu yatıştır

diyeceğim şu ki

yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

çocuklar, kadınlar, erkekler

trenler tıklım tıklım

trenler cepheye giden trenler gibi

işçiler

almanya yolcusu işçiler

kadınlar

kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

ellerinde bavullar, fileler

kolonyalar, su şiseleri, paketler

onlar ki, hepsi

bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler

ah güzel ahmet abim benim

gördün mü bak

dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

ve dağılmış pazar yerlerine memleket

gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

gelse de

öyle sürekli degil

bir caz müziği gibi gelip geciyor hüzün

o kadar çabuk

o kadar kısa

işte o kadar...



ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar

diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar



mendilimde kan sesleri...



..."

e.c