8 Nisan 2010 Perşembe

kanunlar


gerçi siz kanunlar koymaktan hoşlanırsınız .
ama koyduğunuz kanunları çiğnemekten daha çok hoşlanırsınız .
tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi.
oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır.
ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir.
ama, kendileri için hayatın okyanus ve kul yapısı kanunların da kum kaleler değil,
ama, hayatın kaya ve kanunların da bu kayanın üzerine kendi beğenilerini işleyebilecekleri birer keski olduğunu kabul edenlere ne demeli ?
rakkaselerden nefret eden topala ne denir ki?
boynuna vurulmuş boyunduruğu seven ve ormanda gönlünce yaşayan geyiği ve ceylanı serseri sanan öküze ne denir ki ?
ve dügün şölenine herkesten önce gelip tıkabasa karnını doyuran, sonra da yorgun düşüp, başkalarına tüm şölenlerin aykırılık ve tüm şölencilerin de kanun bozucu olduklarını söyleyene ne denir ki ?
bu gibi kimselerin güneş ışığında durdukları, sırtlarını güneşe dönmüş olduklarını söylemekten başka ne diyebilirim ki ?
bu gibi kimseler salt kendi gölgelerini görmektedirler ve kendi gölgeleri de kendi koydukları kanunlardır .
ve onlar için güneş, kendilerine gölge dağıtan bir kaynaktan başka bir şey değil de nedir ki ?
bu gibi kimseler için kanunları bilebilmek demek, yeryüzüne serilmiş olan gölgelerine eğilip, onları ölçmek değil de nedir ?
ama ey güneşin ışınlarına karşı ilerleyen sizler, yeryüzünde hangi tasarım gölge sizleri yolunuzdan alıkoyabilir ?
sizler ki rüzgarı arkanıza almış ilerlemektesiniz, hangi rüzgar gülü sizin yönünüzü çizebilir ki ?
sizler insanlığın zindan kapısı önünde boyunlarınıza vurulmuş olan boyundurukları kırsanız, hangi kul yapısı kanun sizi engelleyebilir ki ?
raksederken ayaklarınıza insanlığın demir zincirleri çarpmıyorsa, hangi kanun sizleri korkutabilir ki ?
sizlerin giysilerinizi paralayıp da insanlığın yolu üzerine atmadıkça, kim sizi yargıçların önüne sürükleyebilir ki ?


ey halkım, davulun sesini boğabilir, gitarın tellerini gevşetebilirsiniz, ama hangi biriniz çıkıp da tarla kuşunu ötmekten alıkoyabilir ki ?

h.c

sakın geç kalma erken gel



usulca gir kapıdan, zile basma.
hiç telaşlanma, ben daha dönmemişsem.
yoldayımdır, nerdeyse yokuşun dibinde,
suların kararmasını bekliyorumdur,
tuğla harmanlarından gelen yanık havanın
bahçedeki akşamsefalarına sinmesini.
güç bela dizginliyorumdur içimde
dörtnala sana koşan küheylanları.

bütün gün kâğıttan dağlar arasındaydım,
nabzım ileri giden bir saat gibi işledi durdu.
dilekçeler, kararlar, tozlu makbuzlar:
hep adını okudum silinmiş satırlarda.
pencerede kuleler, minareler, kirli gök.
durmadan kuşlar uçtu bir bacadan.
rüzgâra karışan saçlarını gördüm
bulutlu aynalarda.

balkonun kapısını aç, su ver saksıdaki çiçeğe.
geyikli örtüyü ser masaya, dinlen biraz.
sessizlik şaşırtmasın seni, ürkütmesin.
şehrin gürültüsü dolacak az sonra odaya,
karanlık bir yankıya dönüşecek karşı dağlarda.

c.ç

size bakmanın tarihi


size bakmanın tarihi! siz
bir gonca kadar kendiliğinden
yazılmış olmalısınız
derin, korkunç ve ergen
kalbim, sevdalara sığmayan kalbim
bir dağı içeriyor geçerken
siz o dağa sanki kış
ve sanki bıldır yağan karsınız
umarsız sözcüklere bulanmış

size bakmanın tarihi! siz
bir keteni köpürten yaz
ve inanılmaz
yalnızlıklarsınız: sadece
sizin olan o vahim, o beyaz
ve kuytu gurbet sesleriyle
işlenmiş yazdıklarınız
ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz
kimbilir hangi sevdalara dolanmış

size bakmanın tarihi! bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben... ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğimden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardım sıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış


h.y

sting - la rossignol

thank you "doctone"...