22 Kasım 2010 Pazartesi

just like the ocean, always in love with the moon...


"tam karşımdasın; öyle ki, senden başka hiçbirşeyim olmasaydı da,
olabilirdim –
sen, yeterdin varolmam için."

ama şiiit...

sesler – siz susun : bırakın ışıklar konuşsun.


o. a



(tıklayın & dinleyin)

göğe ulaşmak mümkün müdür öyleyse? desen bana, evet, diye cevap verirdim. çünkü göğe çıkmak için merdivenin nerede olduğunu biliyorum.

“hep aynı olaylarla karşılaşıyorsun, çünkü sende hiçbir şey değişmiyor! her şey benzerini kendine çeker. cennet parçacığı cennete doğru, cehennem parçacığı cehenneme doğru yol alır”  diyordu, the school for gods kitabında...

"benim düşünceme göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir. bu birleşme onların en yüksek temel öğelerinde meydana gelir. beraberlik ve ayrılığın, varlıkların birleşimi ve ayrışımıyla ilgili olduğunu biliyoruz. her şekil kesinlikle kendine uygun olan şekli çağırır; onu arar, bulur. herşey misli mislinedir. aramızda karşıtların birbirlerini ittiğini benzerlerin birbirlerini çektiğini, hemcinslerin birbirleriyle uyum sağladığını bilmeyen yoktur. niçin aynı durumlar ruhlar için sözkonusu olmasın?
Allah adem'in eşinde bulacağı ısınmanın nedenini havva'nın kendisinden bir parça bulmasında kılmıştır." diyordu ibn hazım...

herkesin bir simyacısı vardı yeryüzünde bütün organlarını sırasıyla kalbe çeviren, benimkisi sensin diyordum sana.beni bir an bulamamış üşümüş, endişelenmiştin. "koskoca boşluk vardı içimde kendimi bulamadım" dedin sesin titriyordu ben seni alıp kaçmak istiyordum başka dünyalara. sahi "hayaller işitilir de" diyordu o.a, işitilir mi sahi hayaller....

"seni düşümde gördüm; sanki sen gidiyordun; vedalaşmaya kalktık ve gözyaşlarımız yağmur gibi boşandı. fakat uykum dağılınca gördüm ki sen beni kollarında tutuyordun; birden üzüntüm dağılıverdi. o zaman seni yeniden kucakladım, göğsüme bağrıma bastırdım; senin için dayanılmaz, korkunç bir ayrılıktan ödüm patlıyordu sanki."

seni içime sokmak, hapsetmek, kapatmak istiyorum dedin, zamansızlaşıyorduk gitgide, zaman mekan ve insanlar silikleşiyordu, ikimizden bambaşka bişey yapmaktı bu, ben, sen, ikimiz değil, biz. bizden bir binayı inşa ediyordun sen kelimelerinle. yazamam sen gibi diyordum, sen olmasan yazamam diyordun, "kaynak da beslenir" diyordu aruoba.

ve durdun, sen eksiğimsin dedin ay doğarken tepemize, öyle kesindi ki bu cümle bana söyleyecek tek kelime kalmamıştı. alnımı cenene dayadım, kapattım gözlerimi.
"istedim ki yüreğimi bir bıçakla yarıp açsınlar ve seni oraya yerleştirsinler, sonra da göğsümü kapatıp diksinler. böylece sen kesinlikle orada olasın; diriliş gününe kadar, başka yerde değil, orada kalasın."

oralarda biryerlerde usulca bir metalle bölünüyordun sen, ben merak ediyordum, insan bir nefesi, bir bakışı, karanlığı ve yalnızlığı, güneşi ve susuzluğu, kalp atışını bölüşüyorsa, diğerleri ne.....



*fotoğrafçının kim olduğunu bilmiyorum.hani bilen, gören varsa başım üstüne, hemen yazar koyarım.