15 Aralık 2009 Salı

kapı


geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dile gelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu..
biri gelse, biri görse,




şimdi,
rüzgar sallıyor beni...






b.k

sevdiğiniz kaybolduğunda...


bazen ,sevdiğiniz insan kendi içine girip gözden kaybolur.kapısız bir katedralin önünde duran biçare bir dindar gibi,içeri girenin dışarı çıkacağı bir geçit bulabilmek için sevdiğiniz insanın etrafında dolaşmaya başlarsınız.
durumunuz korkunçtur.
sevdiğiniz karşınızdadır,işte onun saçları,onun dudakları,onun gözleri,onun sesi,onun gülümseyişi,onun bakışı,onun duruşu ama bütün bunlar onu,sizin sevdiğiniz "o" yapmaya yetmemektedir, "o" kendi içinde kaybolmuştur.
eğer tümüyle ortadan yok olmuş olsa,bütün dünyayı gezip onu aramaya razısınızdır ama aradığınız,önümüzde durmaktadır ve o,sizin aradığınız değildir.
onu arabileceğiniz başka bir yer de yoktur.
çaresizliklerin en insafsızıdır bu.
kaybolanı bulabilmek için,onun içinde kaybolduğu insana sarılırsınız.

o bir seraptır, ağzınıza kumlar dolar.

tanrıların lanetine uğramış bir matematikçi gibi bütün rakamları alt alta yazıp toplarsınız, sonuç yanlıştır, birisi rakamların değerlerini, size haber vermeden değiştirmiştir, gittikçe daha çok çıldırarak yanlış rakamlarla doğru bir sonuç bulabilmek için boğuşursunuz.

sevdiğinize ulaşabilmek için çılgınlıklar yaparsınız, onunla deliler gibi sevişirsiniz, ağlarsınız, bağırısınız, yalvarırsınız, tehdit edersiniz, sokulursunuz, kaçarsınız, hiçbişey değişmez, katedralin kapıları duvarlarla örülmüştür.

...

bir de zamana bağlı olmayan ani kayboluşlar vardır.

daha birgün önce kapıları olan katedralin bir sabah kapıları ortadan kayboluyor, sevdiğin, sonsuza dek kapısız bir katedralde hapis kalıyordu.

öyle bir şey yapıyor, öyle birşey söylüyor, öyle bir bakıyordu ki bu, senin sevdiğin kadını son görüşün, son duyuşun oluyordu.

o davranıştan ya da sözden sonra kendi içinde kayboluyordu.

işte o zaman çaresizliği daha iyi öğreniyordun.

yaptığını yapmamış, söylediğini söylememiş olması için yalvarıyordun kader, sabahları sevdiğinin kaybolduğu günün bir gün öncesinde uyanmayı diliyordun.

bir söz ya da bir davranış, katedralin kapılarını sonsuza dek yok ediyordu.

belki yeniden kapılar açılır diyebekliyordun.

o zaman birşey daha öğreniyordun, katedralin kapılarını bir anda kapatacak sözler ve davranışlar vardı ama onları aynı süratte açabilecek bir söz ve davranış yoktu.

bir katedralin içine girip kapıları kapatmak kolaydı, bunu herkes yapabiliyordu, herkese en azından bir kere bunu yapabilme şansı veriliyordu ama kapanan kapıları açmaya kimsenin gücü yetmiyordu.

sevdiğin, önünde duruyordu ve ona ulaşamıyordun.

bazen o da kaybolduğu yerden çıkmak istiyor, yeniden eski günlere dönmeyi arzuluyordu ama kapılar dışarıda kalan kadar içieri giren içinde açılması imkansız hale geliyordu.

böyle zamanlarda br vakit birlikte yakınıyor, birbirinizi suçluyor, söylenen sözlere, yapılan davranışlara haklılık kazandıracak nedenler arıyordunuz.

ve korkunç gerçek, sislerin arasından beliriyordu.

ruhunuzun kilitlenip mühürlenendiğini fark ediyordunuz.

bu laneti çözmek için adaklar adıyordunuz.

karşımda duran sevgilime eski günlerde olduğu gibi dokunabileyim, sevdiğim kendi içinden çıkabilsin diye yalvarıyor, hayaller kuruyordunuz.

ülkesinden çok uzakta kazaya uğramış bir kazazadenin,düştüğü ıssız adanın sahiline devrilmiş geminin enkazına baktığı gibi bakıyordunuz sevdiğinize.

sizi sevdiğinize ulaştıracak gemi oydu ama artık bir enkaz halindeydi.

ve bir yere gitmiyordu.

beşka bir gemi de yoktu.

zaten siz bir başka gemiye de binmek istemiyordunuz.

orada, o ıssız sahilde durup acıyla beklerken son gerçeği de öğreniyordunuz.

sizi ya buradan bir başka geminin alıp götürmesini bakleyecek ya da o enkazı yeniden tamir edip yüzdürmek için uğraşacaktınız.

ruhunuzun mühürlerini çözmek, sevdiğinizi sevdiğinizin içinden çıkarmak için uzun ve meşakkatli bir çabaya girişecektiniz.

hasar ne kadar çoksa, tamir o kadar uzun sürecekti.


ve, efsaneler diyordu ki, böyle mucizeler varmış, bazı gemiler yüzer, bazı mühürlü ruhlar açılır, bazı sevilenler kendi içlerinden çıkarmış.

ıssız bir sahilde, sevdiğinizin yanında sevdiğinizi özleyerek yapayalnız, o mucizeyi bekliyordunuz.

yeterince sabırla ve inançla beklersem olur diyerek.


a.a