1 Ağustos 2010 Pazar

ancak yazgıdır bu



sen ne getirdin bana çocukluğundan?


şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?

üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı

benim eskil saatlerimde?

geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,

deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?

titreyerek uçurulan köpükten balonlar,

anlık aşkın tasarımlar mı?



nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun

anılarıma düz baktıran

ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım

dantelalı tafta yumuşaklıkla

savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi

hiçlemeye annemi ve uykuyu

öğle sonlarında ürkünç odaların!



diledin mi yanında tümden varolmayı an için

ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına

beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?



yok böyle bir şey yok!

sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,

sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,

sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin

şimd'i_

beni bağışlayan sarsan

aşan bizleri mor birliktelik..



n.m

ince l, lalena




eski sular,


silahsız akşamlar, erken vurulmalar.

sığırcıklar ötüyor bir yerlerde,

gün düşüyor çılgın bir portakal gibi ,

bir yolculuk defterinin içine ,

tundraların gizlediği izlerden .

bak yine eşiğine geldim

ince l, lalena

izin ver inine sokulayım bu gece .

bak safkan geldim gittiğim uzaklardan.

yaşadıklarım işlememiş hiçbir yerime .



şuracıkta kıvrılayım, teninin tarçın gökleri altında,

temiz bir çarşaf ser;

beyaz, yumuşak bir yastık, rüya istemem

sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığın huzurundan başka.

köşedeki mindere otur ,

eski günlerdeki gibi, usul sesle bir şeyler anlat bana,

bana bir şeyler söyle ,

herşey eskisi gibi olsun ,

ben hiç gitmemiş olayım ,

sen evlenmemiş ol, ölmemiş ol lalena .



inmem gerektiği söylenen düşlerden indiğim gecelerde ,

kaç kez sardın yaralı bedenimi ,kaç kez yeniledin .

ertesi gün sokaklarına kendimi bulurdum başka terkilerde

derdim, yaşam elimden kaçmamış daha

uyardım kurallarına, kısık ışıklarına .

senin koyduğun bütün sessizliği,

bilirdim, kelimelerle bile paylaşılamayacak

kadar derinde .

'lalena'yı dinlerken sokulgan bir kedi

gibi bırakırdın kendini .

beni bile unutarak benim göğsümde

neyi sevsem

kime dokunsam

saçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından

ben kendime ne yaptım, sana ne yaptım lalena?

hatırlıyor musun

ne aptalca şeylere güler

sonra mutluluktan ağlardık sevişirken

aşkın ve birbirimizin derin kucağında

san fransisco'ya giderken olmasa da

doors dinlerken bir çiçek takardın saçlarına

nasıl dönerdik ortancalar vadisinden

daha silah sesleri gelmezken hüzünlü tepelerinden

daha başkalarına kıymanın bilgisi

bulaşmamışken parmak izlerime

nasıl kaygısızdık ve nasıl farkında bile değildik

içinden geçtiğimiz zamanın

masum şehvetini

kendimizden ayırt edemezken



hem zayıf, hem korkak, hem maço

korurum kendimi sanır kaçtığı uzaklarda

hiçbir şey vurma yüzüme, hiçbir şey söyleme

eksileceğim kadar eksildim

dönüşün yollarında buraya gelirken

geriye pek bir şey kalmamış

aşkın bütün imkanlarını sende tüketmişim ben



yol bitiyor işte, bir kaç adım kaldı eşiğine varmaya

şimdi herkes doors dinliyor yeniden

seninse saçlarındaki çiçek duruyor mu hala

orada mısın?

bu şiiri okuyor musun?

ince l duruyor mu şarkının kaldığımız yerinde?

orada ol

evlenmemiş ol ölmemiş ol

hiçbir şey olmamış olsun sana

n'olur n'olur n'olur lalena
 
m.m

manolya


o zaman da aynı karanlık, aynı yarasaydı,


manolya delirmezden önce.

büyükannemizin kocaman bakla bir evi,

uzun pencereleri vardı, sedirinde

ölü doğmuş fareler pembeliği.

okurduk leziz balgamlı gazetelerini büyükbabamızın,

okşarken ve korkarken erkek anamızdan,

babamız bir gılman, pir şefkat,

acımızın cümbüşünde sarsak bir kukla,

o yokuşta onursuz müezzin kuşları,

sabaha karşılar, akşama karşılar hep,

dizleri topunun diplerimiz olmuştu,

uzun uzadıya bir fener alayı...



karanlık aynı, yarasa aynı,

bu eller bu yüzden yıkandıktan,

manolya delirdikten sonra.

n.m