12 Haziran 2009 Cuma

"ormanda uyuyan göllerde olduğu gibi"



"bencilliklerden ,öfkelerden, kıskançlıklardan, tutkulardan oluşan aşkın yarattığı kasırganın içinden geçerken çevremizi sarıp,bizi ırgalayan o kabarmış dalgaların arasına düşüp kaybolma korkusuyla herkes bir yere,bir şeye tutunma ihtiyacı duyuyor;tutunabileceğimiz iki direk var ,biri kendimiz biri sevdiğimiz.

kaçımız endişelerle, korkularla , kuşkularla, kıskaçlıklarla, mutluluk hayalleri ve mutsuzluk ihtimalleriyle çalkalanırken kendimize, kaçımız sevdiğimize tutunuruz.
sanırım çok azımız sevdiğimize,çoğumuz ise kendimize sarılırız.
niye kendimize sarıldığımızın cevabını az çok biliyoruz.

aşktan ne kadar söz edersek edelim, aynı ölüm gibi, aşka da hiçbirimiz hazır olamıyoruz, onla karşılaştığımızda ilk büyük titreyiş ve çoşkuyla birlikte tedirğinliği, şaşkınlığı, zaman zaman dehşeti, acıyı, endişeyi, incinmeyi, bir başkasını kendisinden çok sevmeyi şiddetle yargılayıp ayaklanan gururu da hissediyoruz, o depremde en iyi tanıdığımız, en güvendiğimiz ve kaybetmekten en çok korktuğumuza, kendimize sarılıyoruz.

hugo'nun hayatla , aşkla, acıyla örülmüş bir kırbaçla kırbaçlandıktan sonra yazdığı "ormanda uyuyan göllerde olduğu gibi" isimli bir şiiri var.

ormanda uyuyan göllerde olduğu gibi

iki şeyle doludur çoğu insanın kalbi

gökyüzü ve onun bulutları , ışıkları ,

türlü renklerle boyar kıpır kıpır suları ,

ve çamur , derin karanlık , uyuşuk , kasvetli,

kirli sürüngenlerin sinsice gezindiği.

ormanda uyuyan göller gibi ruhumuz dipten gelen dalgalarla kabardığında gökyüzünün ışıkları, karanlık, kasvetli, içinde sürüngenlerin dolaştığı çamurla karışır, kendimize sarıldıkça, bir göl yatağı gibi karanlık çamurlarımıza da bulanır, hatta bazen çirkinleşebiliriz, bencilleşebiliriz, kendimizi ve duygularımızı lekeleyebiliriz.

bir aşkın içinden , kendine sarılıp da örselenmeden , lekelenmeden, daha sonra pişman olacağı şeyler yapmadan çıkabilen çok az insan vardır.
peki, o şidettli altüst oluşta kendine değil de sevdiğine sarılanlar, kendi yatağını sakin tutup karanlık çamurlarıyla sürüngenlerini oldukları yerde, derinliklerde tutabilenler bunu nasıl yapıyorlar?
bunu gerçekleştirmek için ne yapmalı?
birçok insan ,"sevdiğine güvenmek" diyecek sanırım,"ona korkmadan sarılabilecek kadar güvenebilmek"
o sarsıntının, sarsılışın , kasırgalı depremin tam da orta yerinde , bütün bunları yaratan insana güvenebilmek mümkün mü, sevildiğinden kuşkuya düşmez misin, kuşkuya düştüğünde bunun yarattığı çatlaktan güvensizlikler, telaşlar, kaygılar gelmez mi?

hem aşık olduğumuz hem de güvenemediğimiz biriyle içine girdiğimiz o mahşerden nasıl ona sarılarak çıkacağız, bunu sağlayacak mucize ne?

galiba onu ne olursa olsun kaybetmeye dayanamamak, bazen kendimizi kaybetmek pahasına ona sahip olmayı isteyecek kadar onu değerli bulmak; karanlıklarımızı karıştıran aşkı, sevdiğimize duyduğumuz hayranlıkla, beğeniyle, sevgiyle, onun biricikliğine olan inançla sarıp sarmalamak, aşkın bazen sığlaşan vahşetini aşkın içinde her zaman bulunmayan duygularla zenginleştirmek.
ama bunun için, sevdiğimizin,kadın ve erkek olmaktan öte başka değerler taşıdığına inanmak, onu kadın ve erkek olmaktan daha kıymetli görmek gerekiyor; aşık da olsak bir kadının yada bir erkeğin boşluğu doldurulabilir ama sevdiğimizin boşluğunu dolduracak başka hiçkimse olmadığına gerçekten inandığımızda , aşkımız bu inançla bütünleştiğinde ve bu inanç gerçek olduğunda, o zaman kendimize değil de sevdiğimize sarılamak herşeye rağmen mümkün olur sanırım.
birini bu kadar değerli bulduğunda, o acı çekerken eğlenemezsin; o, hayatının en önemli dönemeçlerini geçmeye çalışırken başını çeviremezsin,böyle davranmak içinden gelmez; bunu yapmamak gerektiğini bildiğinden değil,başka türlüsünü beceremediğinden öyle davranırsın."

a.a


suffer

suffering is one very long moment. we cannot divide it by seasons. we can only record its moods, iand chronicle their return. with us time itself does not progress. it revolves. it seems to circle round one centre of pain.... for us there is only one season, the season of sorrow.

o.w

alegría-cirque du soleil