30 Kasım 2010 Salı

güne not



çocukluğumun mutluluğu,sevgisi...
şimdi verdiğin bu ellerime.


(tıklayın & dinleyin)

bir mineli



bir mineli altın saat,

bir altın köstek ve madalyon

bir roza maşallah,

on iki miskal inci.



madalyonunu ve boncuğunu

ittim içeri,

gözlerimizin dibi karıştı

dağyollarının uzak dumanı gibi.



ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu

keşke yalnız bunun için sevseydim seni


.c.s

çekirge bulutu



çekirge bulutu içinde

koynuma soktuğun ekin;

çalgılar ikidurur sürgün ilinde,

bir gözü mavidir bir gözü bleu.



gölgede boy atmış top fesleğen,

bir ilkokul bahçesinde görmüştüm seni,

marienbad ilkokulu, nişantaş'ta;

bir çocuk yeşil örtüyü çekiverdi.



hızla geçen otobüslerin ardında benzeşmek..

keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

c.s

post- it

keşke yalnız bunun için sevseydim seni

ben sonsuz kişiydim, o kapıdan çıkarken...


elimden tutuyorsun, teklifsiz, kendiliğinden, elin kavrıyor elimi, elinde kayboluyor elim, karışmak böyle bişey mi deyip gülümsüyorum, nereye gittiğimizi hiç bilmeden yürüyorum seninle. sen kulaklarımı örtüyorsun şapkamla önümde durup, ben atkını sıkıştırıyorum boynuna. bu yıllardır yaptığımız bişeymiş gibi, adımlarım uyuyor adımlarına. kapıdan içeri girdiğimizde soru sormuyorum, diyorsun ki bu koltuk senin, koltuk biliyor bana ait olduğunu, ben biliyorum, sen biliyorsun.camın dışından bir dünya yansıyor perdelere, beni düşünerek baktığın ağaçlığın gölgesi uzuyor.bildiğim şarkılardan biri çalıyor, adını heyecandan hatırlayamadığım.. sen daha herşeye bir isim verdiğimi bilmiyorsun henüz. sabahları sana taktığım uydurma isimlerden habersiz yüzün, kulakların biliyor, onlar hergün sesime uyanıyor.
ellerimi yıkmak için gidiyorum banyoya, eşyaların sana karışmış halinden duyduğum huzuru saklayamıyorum sepetin üstünde üstünden çıkarıp öylece bıraktığın kazağına bakıp. kokluyorum havluyu, sen bu havluya yüzünü mü sürdün şimdi ve senin ellerin de bu manolyalı sabun gibi kokuyor mutlaka. şimdi ellerimizde sadece ikimize ait bir koku var, manolyalı sabun, sen ve ben değil, biz.

elime bir bardak tutuşturuyorsun,birden bunca yıl sensiz ne yaptığımdan öfkeli,yerini bilmemekten tedirgin gözlerin, gözlerin beni kendine yerleştirirken, benim yıllardır onların içinde gizli olduğumu hatırlayıveriyor. dönüp öpüyorum seni parmak uçlarımda, parmak uçlarım hiç bu kadar kutlu bir harekete yükselmedi diyorum. durmadan konuşmak, aynı anda susmak istiyorum. sanki bir ömür beraber yaşlanacakmışız gibi susup, yarın ölecekmişiz gibi, konuşmak ve sevişmek istiyorum durup bakıp kazımak istiyorum aklıma her anını, her hareketini.beynimin içinde herşey hatırlamanın ağacını büyütüyor, hatırlamanın, bilmenin, öğrenmenin sonsuz ağacını, seni. kafamızın içinde anların fotoğraflarını, o anların hislerini hatırlamak için çektiğimizi, fotoğrafların bize zamanları taşıdığını biliyorum.

sen bana bu pencerenin önünde bir çift kanat takıyorsun, karnımı öperken dudakların, üzerinde şehrin ışıkları geziyor, bütün kainat sessizleşiyor. sanki senin yaratılışının sebebi benim, ben olmasam sen bu yaşa kadar yaşamazmışsın gibi birbirini bulunca huzura kavuşuyor huzursuz ruhlarımız. aşkla, tutkuyla yeniden yaratılıyorum hergece, hergece seninle ölüp sabahları sana doğuyorum, bu benim sana aidiyetim. sabaha karşı uyuyorum, uykuya yenilen beni seyrettiğini bilerek.

ve sabah senden önce açıyorum gözlerimi, çorapsız giyip ayakkabılarımı, gözlerini öpüyorum,aldırmıyorum gözlerinden öpüşün ayrılık getirdiği efsanesine, bana hep sevgiyle aşkla tutkuyla ihtirasla ve bazen kızgınlıkla bakan gözlerini bir daha öpüyorum. ne zaman ağlasam, sakın beni gözünden düşürme dediğin anları hatırlayıp, tutuyorum yağmadan gözlerimi. seni kendime mühürlüyorum.
kapıyı kapatırken uyanıyorsun , beni bulamayınca telaşlı bir serçeye dönüşüyor yüreğin. dışarıda güneşten eser yok, alabildiğine gri, yağmur üşütüyor seni. dönüp kapıyı çalıyorum, kapının iki yanında açılmayan telefonlar ötüyor. ıslak saçlarım yüzünü ıslatırken manolyalar eziliyor aramızda...


(tıklayın & dinleyin)