ölüm mü,
bir gölün dibinde durgun uykudasın
denizler?
tanrılar karıştırır durur denizleri.
c.s
gri puslu pazar, fincanın üstünden sabah ayazına çıktığımızda
ağzımızda oluşan buğunun aynısı oluşuyor.fincana bakıyorum,dumanın kıvrılan nehirlere benzeyen hareketine, çok az insanın hatırladıklarını hatırlıyorum. sadece önemsediklerimiz hatırlanmaya değer bulduklarımız, tarihler,insanlar, olaylar... sanki bunun dışında bütün hayat bizden ayrı, koparılmış. sanki sevdiğimiz manolyanın kokusu olmasa yaşayamayız, oysa bazılarının umrunda değil manolya. elime bulaşıyor gazetenin mürekkebi, fincanın sapı ısınmıyor, kahveye rağmen. bulaşıyor hayat bize, ordan burdan içimize sızıyor, intihar tutkusu bile sevememekten yaşamı, ızdırabını taşıyamamaktan geliyor. tarihe takılan gözlerim beni başka bir zamana taşıyor. dokuz ocak bindokuzyüzdoksan, ben henüz çocukluktan çıkmamışım.daha hiç uyumamışım kendi odamdan başka yerde, hiç kafama esip biryere gitmemişim. bilmiyorum ki ne demek aşk, bilmiyorum ki insan neden bir yabancıda arar ruhunun cemalini. annem o eski şarkıları söylerken, neden hiç konuşmaz bilmiyorum. okuyorum ama, koca bir kütüphanede, bütün dünyayı gezerek satırların arasında, kah kaohsiung da iniyorum gemilerden, kah aconcagua da ayaklarım donuyor, hep bu kitaplar yüzünden. bu evin ucu tutulamayan dünyası, babamın bizi taşıdığı tatillerle, nergis hanımın anlatımlarıyla köşe bucak geziyoruz dünyayı. dokuz ocak bindokuzyüzdoksan, kaç sene önce diye düşündüm bir an.o gün çocuk sayılan ben, bugün koskoca kadınım, oysa değişmiyor, bunca hayata rağmen gözlerimin doluluğu.
şair cemal süreya öldü, bugün gazetelerde yok adı. acaba o günde şilepler köpürterek geçiyor muydu boğazı, umursamaz insanların duyamadıkları hayatın sesleri arasından.
*görseli google görsel aramasından mavimelek den aldım.