24 Aralık 2009 Perşembe

deniz kasidesi

gözlerinin mavi limanında
duyulan ışıklar yağmurlar
başı dönen güneşler
rotasını sonsuzluğa çizen
yelkenler var...


gözlerinin mavi limanında
açık bir deniz penceresi var
uzaklarda görünen kuşlar
yaratılmamış adaları arar...



gözlerinin mavi limanında
temmuzda kar yağar
firuzeyle yüklü gemiler
denizi batırdı, fakat batmadı onlar...



gözlerinin mavi limanında
çocuk gibi kayaların üzerinde koşuyorum
deniz kokusunu içime çekiyor...
yorgun bir serçe gibi geri dönüyorum...



gözlerinin mavi limanında
denizi ve denize açılmayı hayal ediyorum
milyonlarca kameri
inci ve zambak gerdanlıkları avlıyorum...


gözlerinin mavi limanında
geceleyin taşlar konuşuyor
gözlerinin kapalı defterinde
kim binlerce şiir gizledi?



eğer ben... eğer ben... denizci olsaydım
eğer biri bana bir kayık vermiş olsaydı
demirlerdim yelkenlerimi her akşam
gözlerinin mavi limanında.
n.k

23 Aralık 2009 Çarşamba

kurtlar bir yabancının varlığını hissediyorlar


tehlike giderek ciddileşiyor

düşmanlar pek de uzakta değil

kurtlar bir yabancının varlığını hissediyorlar
l.m

fugue V.



bu çocuğu hemen aldırmazsam




'işaretleri bunca sevdiğine göre

ona yorulmadan işaret vermeliyim'.

nasıl yorulmazdı: kapısına götürüp

bağladığı beyaz at, aynı gün içinde

postaya attığı binbir mektup, beklenmedik

gecede beklenen bir güneş olmak -

verdiği her işaret hayatında birikmiş

büyük bir imgeyi söküp atıyordu ondan.

kadın doymuştu oysa bu duygulara.

beklediği işaretler değil işaretlerin

işaret ettiği yere çağrılmaktı.

olmayınca o da yorulmadan işaret

verdi. nasıl yorulsundu ki: adamın

çakmağı bitince onu değiştirdi,

gömleğine sinmiş kokuyu benimsedi,

istedi ve isteklerini onun istediği

kadar göstermeyi öğrendi, kabul etti.

yalnız kaldığında düşünüyordu: 'bu

çocuğu hemen aldırtmazsam, onunla

ölebilirim.' zaman geçiyor ve çocuk

büyümüyordu oysa. neden sonra içinde

kaskatı bir ur olduğunu farketti



ve onu sevdi.



e.b

21 Aralık 2009 Pazartesi

yağmur hüznü


o dahi bize yazı diye görünmedi mi? ondan bize işaret yazıdan gayri ne var? gel gör ki biz yazıyı göremeyiz. o bize görsün diye bir vakitten sonra sadece siyah rengi verdi. şüphesiz siyah bütün renklerin anasıdır... beynimize, aklımıza onulmaz marazlar verdiler de gözümüzün ışığını kaybettik.bir zamanlar şavkı unutmadık, bir zamanlar ziyayı rüyalarımızda gördük.bir odaya kapandık,insan sesi duymak istemedik. cümle mahluka yüz çevirdik. biz acıyı anladığımızda ne yıllar yılı okuduğumuz tarih ilminin, ne de disiplinlerin bir anlamı olmadığını anladık. yol ne yoldur ki bize acıyı farketmeyelim diye gönderilmiştir ve bu yüzden biz yola girmişizdir. acıya karşı yoldan gitmek de bir yoldur, gitmemek de. bize ne cennet vercekler ne cehennem. ah bize onulmaz marazlar verdiler ; gözlerimizi ardına dek açtık da deliresi karanlıklar gördük. bu gözlerle gezçilmez dağlar, geçilmez yarlar geçtik. gidilmez, bilinmez uzaklara gittik. bu gözlerle görünmez uzakları gördük. şimdi bu gözlerin örtündüğü gölgeye övgüler düzeriz... bu kitaplardan olma kocaman dünya da bekçi durduk, hiçbir sayfasını bir daha okuyamayacağınız sonsuz kum kitabını size verdik. türlü yaratılmışların sırrını ve her surete giren kum çocuğun sırrını anlattık. ve bu yolda yıkık harabelerde uyuduk ve rüyalarımızda onun suretini gördük. ah, bize kara geceden daha karanlık, en zor muammadan dah çözülmez, bütün habercilerden daha hayırlı, katlanılmaz muştular verdiler.

dediler ki herşey zaman geçsin diyedir, zaman daha kolay geçsin.
a.k

no ordinary love- sade



20 Aralık 2009 Pazar

41.



çok yalnız -kimsesiz- hissettim kendimi: sana seslendim, ağlayarak, -'haydi çabuk gel', diye - duydun mu beni?... dedin.

bende sana yolda yazdığımı gösterdim; belki de tam sen bana seslenirken yazmıştım bunu


rayda parlayan

güneş kadar hızla

geliyorum sana

güneş tuttu, ay'ın çevresinden dolaştı-
o.a

19 Aralık 2009 Cumartesi

kocaman bir çocuğu öpüyorsun


sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
herkesin perde perde çekildiği bir akşam
siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
ağzında eriklerin aceleci tadı
elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.

sakarya caddesi'nde sarhoşlar
rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
örseler acıyla düştüğü yeri
susarak büyüyen adamların sevgisi.
ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
insanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.

sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.






ş.e

nar



"anneannem, eline bir nar alır ve kırmadan önce 'Bismillah' der, bana bakardı. yere düşen tek bir nar tanesini bile yerden alır ve yüksek bir yere koyardı. eski Türkler arasında marifet gösteren gençlerin bir özelliği de, devlerin koruduğu nar bahçesinden nar almaktı"

demiş İsmail Acar, yaşayan tabloları için. sabah sabah elimde uzanıp alıverme isteği doğuran tablosuyla. nar düşkünlüğümü bilenler anlayacaktır bu heyecanımın sebebini, sanatçının diğer tabloları için;

http://www.ismailacar.com.tr

18 Aralık 2009 Cuma

acı bir şarkı

bir yaprağım eski, bu parkta,
senin elden ele dolaştırdığın.
ölü kuşlar mevsimi: güz! diyordum
....................................... dallarda kırık aşkları gönlümün.

bir bankın içine birikmiş duruyor
....................................... kokusu bir karanfilin,
kokluyorum,
....................................... sen kokuyorsun.

iğne ucu ayrılıklar dışında
eskiden olduğu gibi pek konuşmuyoruz
......................................... karşılaştığımızda,
iki ayrı yöne giden iki ayrı kuğu gibi.

bir gölgesi var ama ağırlığı yok anıların yüreğimde,

biliyorsun…

dün bu parkın rüzgar almayan bir yerinde durdum,
kuğular kaskatı ağır ve bomboştular.
bir alev gibi yaladılar sanki yüzümü, kasıklarımı,
ucu kanlı hançerleriyle sırıtan kuğular.
içimde yalnızca acı bir şarkı bıraktılar,

senin için yazılmış bir şarkı.

k.f

17 Aralık 2009 Perşembe

yalnızlıklar

‘insana en yakın yalnızlıktır insan’




ben sensizliği yalnızlık sanmıştım bir keresinde.
(yalnızlık bende bensizlikti oysa;
ya da bende birçok ben.)

neresinden bakılırsa bakılsın,
her cümlede bir çift göz vardır
ve her noktada bir insan.
o insan ki, bakar bize ve ötemize;
ve o insan ki, giyindiği zamanın gerisinden sorar
hep
kaygılanır, duraksar ve sessizdir;
ve geldim demenin bir sessizliği varsa, öpüşelim
demenin, sen hala gitmiyor musun demenin ya da
ölmek istemenin bir sessizliği varsa,
kelimeleri de vardır sessizliğin
duruşun kelimeleri vardır;
bakışın, uzanışın,
gülüşün...

ama, yalnızlığın kelimeleri yoktur.
o, bütün kelimelerden oluşmuş bir kelimedir.

yalnızlık postacıların taşıdığı yüktür çoğu kez,
birikir kalem uçlarında, kağıtlarda, zarflarda.
bakışlarda birikir, susuşlarda, bekleyişlerde, kapılaarda
ve birikim yüktür her zaman,
yalnızlık bir yükün ağırlığıdır.
yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından
o nesnenin kucağına gezdirirken,
yürür yada koşarken,
coşarken ya da
deli dolu yaşarken
ansızın ölümü istemektir yalnızlık;
kendimizin kendimize sağırlığıdır.

masa çırılçıplaksa bir sandalyeyi gösterir bize
siyah beyazı, beyaz siyahı gösterir.
uzatmıştır parmağını bir çocuk, uzakları;
uzaklarsa çocuğu gösterir.
ottur taş dibinde salınır boyunca, rüzgarı;
rüzgardır çullanır üstüne
otu gösterir.
adımlarımızın ürkekliğidir,
basacağınız yeri;
kuştur gökyüzünü,
gökyüzüdür kuşu gösterir.
ne
neyi
neyle örterse örtsün,
her şeyin bir göstereni vardır.

yalnızlığı gösterense, her şeydir.
yalnızlık alıp karşına kendini
öteki kendinlerle konuşmaktır
bakışmaktır öteki kendinlerle;
dövüşmektir.
kimi zaman da, öldürmektir
içlerinde en çok sana benzeyeni,
benzemiyor diye.

yalnızlık, öldürmektir.

ben sensizliği yalnızlık sanmıştım bir keresinde.
sensiz kalmamak için sendim o vakitler;

yüzün gelirdi bir yerlerden bir ülke,
kokun gelirdi bir bahar
ve gülüşün gelirdi bir düş gibi,
ille de kendi kendine vurmuşluğun gelirdi de;
ben hep şarkı sanırdım gökyüzünü
kim bilir kimin söylediği.
ıssız teknelerle kıyılarıma koşardım hemen,
bakardım (bakmak uzanmaktır);
atlaslar yırtılırdı düşümün bir ucunda,
bir ucunda ben;
ve suların unuttuğu yunus hıçkırıkları vururdu alnıma
dudaklarımdan tuz kervanları yürürdü.
kervanlar ki, birer seraptır harami günlüğünde.

ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.

sensiz kalmamak için sendim o vakitler;
seni uyuyordum sürekli,
seni içiyordum çay diye,
cennet diye seni düşlüyordum
-ki, sen yeşil çıplak bir yeşildin gözümde
cennetten damıtılmış
(oysa cennet, gelecek korkusunun
en düşsel çocuğuymuş, uzaktan emzirdiğimiz);
ve çarşaflar dillenince ayak seslerinde,
çıldırıp dağlarıma çıkıyordum ben;
dağlarım sendin.

gece gece yatak yalnızlıkları vardır bu yüzden,
masa yalnızlıkları vardır sandalye sandalye,
mutfak yalnızlıkları,
düş yalnızlıkları
ve gülüş
ve iş
ve bakış
ve söyleyiş
ve susuş,
hatta park, cadde ve duruş,
sonra dökülüş,
sonra yerlere kadar bükülüş
ve gidiş geliş
ve yöneliş yalnızlıkları vardır.

ölümün yalnızlığı yoktur ama;
ölüm, bir başına yalnızlıktır



yalnızlık kendini her gün yıkıp her gün kuran
çok eski bir handır.
taşlarında yüzyılların parmak izleri vardır,
burçlarında göğü;
ve odaları birer andır.
kilidi zamandır bu hanın,
pencereleri dışarıdan çok içeriye bakar,
kapıları dışarıdan çok
içeriden azdır;
hanlar ki yorgun yolcuların çaldığı
yitik bir sazdır.

gece gündüz seninle gezer yalnızlık;
adımlarının önünde düşlediğin
adımlarındır kimi zaman.
biraz sonradır yani;
sen buradayken
mutfağa gidip sana dönen sendir.
kapıyı kilitledim mi’dir yürüdükçe,
musluğu kapattım mı’dır.
ya da kollarının salınımında
bir afişin rengini duymaktır ansızın;
bir tekerleğin ağırlığını
ayak izlerinde görmektir.

yalnızlık düşen bir bardak sesidir
dönüp baktığın,
kırılan şarap şişesidir ya da
ağzındaki cümleyi kana bulayan.

yalnızlık hadi gidelim'dir çoğu kez,
hadi n'olursun.

ister içinden bakılsın ister dışından,
bütün pencereler
birer yalnızlıktır ev denen yalnızlığın yüzünde.
çatılara üşüşen antenlere bakmayın, yalnızlıktır;
camları titreten şu müzik,
şu perdeler
ve omzunuza çarpıp geçen şu bıyık,
şu bira kasaları sonra,
şu mikrofondaki ses,
şu gülüş,
şu öpüşme
ve bütün alışverişler
yalnızlıktır.
gece, gündüz sizinle gezer, yalnızlık.


kimileri düşer yalnızlığa,
kimileri yükselir.
düşenler için ufuk yoktur artık;
bütün renkler beyazdır,
sesler birdir
ve yarın belki’dir,
dün şüphelidir,
bugün nerededir?
üstelik, sular kaskatıdır,
yönler düğümlenmiştir.
ve aynadır her şey;
tozludur anılarla,
kat kat kirdir.

düşenler için yalnızlık,
durup dinlenmeden akan susuz bir nehirdir

ben neyi yalnızlık sanmıştım bir keresinde?

sulardan bana akanı bilmiyordum o vakitler,
elmalardan, vitrinlerden, bebeklerden
bana akanı bilmiyordum.
pencere camı çatlasa
içimde bir cam fabrikası yıkılırmış bilmiyordum.
güzelliklerim güzelliklerinizdendi
güzelliklerimi bilmiyordum.
çirkinlikler varmış insanı büyüleyen,
bilmiyordum.


"gözün gördüğünü el, elin gördüğünü göz görmezmiş"
bilmiyordum.
nesneler adama tasma takıp gülermiş,
bilmiyordum.
bütün şarkılar aynı makamda okunur
ayrı makamda dinlenirmiş
ve susmak da bir şarkıymış
bilmiyordum.
yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından
o nesnenin kucağına gezdirirken,
yürür ya da koşarken, coşarken
ya da deli dolu yaşarken,

ansızın ölümü istemektir yalnızlık;
kendimizin kendimize sağırlığıdır.



Ben yalnızlığı ne sanmıştım bu keresinde?
...

birden özdemir asaf geldi aklıma, ne demişti, artık beni kimse yalnız bırakamaz...


başkası



akşamları geçerim ara sokaklardan
kaybolmak için yürüdükçe
her yol ağzında rastladım kendime

ne çok kuş duman gibi dağılan
hepsi alaca, hepsi ürkek
gövdeleri baştan aşağı püren

bir acıyı tutmak gerek yerli yerinde
bu yüzden kapalı bütün perdeler
bastırıp göğsüne karanlığını

ne varsa unutulmuş yol kenarında
rüzgardan, ayak izlerinden artakalan
kimi istediysem gelen başkası
gittiğim her yerde bendim bekleyen
ö.b

...


15 Aralık 2009 Salı

kapı


geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dile gelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu..
biri gelse, biri görse,




şimdi,
rüzgar sallıyor beni...






b.k

sevdiğiniz kaybolduğunda...


bazen ,sevdiğiniz insan kendi içine girip gözden kaybolur.kapısız bir katedralin önünde duran biçare bir dindar gibi,içeri girenin dışarı çıkacağı bir geçit bulabilmek için sevdiğiniz insanın etrafında dolaşmaya başlarsınız.
durumunuz korkunçtur.
sevdiğiniz karşınızdadır,işte onun saçları,onun dudakları,onun gözleri,onun sesi,onun gülümseyişi,onun bakışı,onun duruşu ama bütün bunlar onu,sizin sevdiğiniz "o" yapmaya yetmemektedir, "o" kendi içinde kaybolmuştur.
eğer tümüyle ortadan yok olmuş olsa,bütün dünyayı gezip onu aramaya razısınızdır ama aradığınız,önümüzde durmaktadır ve o,sizin aradığınız değildir.
onu arabileceğiniz başka bir yer de yoktur.
çaresizliklerin en insafsızıdır bu.
kaybolanı bulabilmek için,onun içinde kaybolduğu insana sarılırsınız.

o bir seraptır, ağzınıza kumlar dolar.

tanrıların lanetine uğramış bir matematikçi gibi bütün rakamları alt alta yazıp toplarsınız, sonuç yanlıştır, birisi rakamların değerlerini, size haber vermeden değiştirmiştir, gittikçe daha çok çıldırarak yanlış rakamlarla doğru bir sonuç bulabilmek için boğuşursunuz.

sevdiğinize ulaşabilmek için çılgınlıklar yaparsınız, onunla deliler gibi sevişirsiniz, ağlarsınız, bağırısınız, yalvarırsınız, tehdit edersiniz, sokulursunuz, kaçarsınız, hiçbişey değişmez, katedralin kapıları duvarlarla örülmüştür.

...

bir de zamana bağlı olmayan ani kayboluşlar vardır.

daha birgün önce kapıları olan katedralin bir sabah kapıları ortadan kayboluyor, sevdiğin, sonsuza dek kapısız bir katedralde hapis kalıyordu.

öyle bir şey yapıyor, öyle birşey söylüyor, öyle bir bakıyordu ki bu, senin sevdiğin kadını son görüşün, son duyuşun oluyordu.

o davranıştan ya da sözden sonra kendi içinde kayboluyordu.

işte o zaman çaresizliği daha iyi öğreniyordun.

yaptığını yapmamış, söylediğini söylememiş olması için yalvarıyordun kader, sabahları sevdiğinin kaybolduğu günün bir gün öncesinde uyanmayı diliyordun.

bir söz ya da bir davranış, katedralin kapılarını sonsuza dek yok ediyordu.

belki yeniden kapılar açılır diyebekliyordun.

o zaman birşey daha öğreniyordun, katedralin kapılarını bir anda kapatacak sözler ve davranışlar vardı ama onları aynı süratte açabilecek bir söz ve davranış yoktu.

bir katedralin içine girip kapıları kapatmak kolaydı, bunu herkes yapabiliyordu, herkese en azından bir kere bunu yapabilme şansı veriliyordu ama kapanan kapıları açmaya kimsenin gücü yetmiyordu.

sevdiğin, önünde duruyordu ve ona ulaşamıyordun.

bazen o da kaybolduğu yerden çıkmak istiyor, yeniden eski günlere dönmeyi arzuluyordu ama kapılar dışarıda kalan kadar içieri giren içinde açılması imkansız hale geliyordu.

böyle zamanlarda br vakit birlikte yakınıyor, birbirinizi suçluyor, söylenen sözlere, yapılan davranışlara haklılık kazandıracak nedenler arıyordunuz.

ve korkunç gerçek, sislerin arasından beliriyordu.

ruhunuzun kilitlenip mühürlenendiğini fark ediyordunuz.

bu laneti çözmek için adaklar adıyordunuz.

karşımda duran sevgilime eski günlerde olduğu gibi dokunabileyim, sevdiğim kendi içinden çıkabilsin diye yalvarıyor, hayaller kuruyordunuz.

ülkesinden çok uzakta kazaya uğramış bir kazazadenin,düştüğü ıssız adanın sahiline devrilmiş geminin enkazına baktığı gibi bakıyordunuz sevdiğinize.

sizi sevdiğinize ulaştıracak gemi oydu ama artık bir enkaz halindeydi.

ve bir yere gitmiyordu.

beşka bir gemi de yoktu.

zaten siz bir başka gemiye de binmek istemiyordunuz.

orada, o ıssız sahilde durup acıyla beklerken son gerçeği de öğreniyordunuz.

sizi ya buradan bir başka geminin alıp götürmesini bakleyecek ya da o enkazı yeniden tamir edip yüzdürmek için uğraşacaktınız.

ruhunuzun mühürlerini çözmek, sevdiğinizi sevdiğinizin içinden çıkarmak için uzun ve meşakkatli bir çabaya girişecektiniz.

hasar ne kadar çoksa, tamir o kadar uzun sürecekti.


ve, efsaneler diyordu ki, böyle mucizeler varmış, bazı gemiler yüzer, bazı mühürlü ruhlar açılır, bazı sevilenler kendi içlerinden çıkarmış.

ıssız bir sahilde, sevdiğinizin yanında sevdiğinizi özleyerek yapayalnız, o mucizeyi bekliyordunuz.

yeterince sabırla ve inançla beklersem olur diyerek.


a.a


13 Aralık 2009 Pazar

ateşte unutulmuş ferman


herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar
kendi külünde söner bütün rüzgarlarına yazıldığın akşam

ateş tadında kum tadında kalarak
derinleştirir bazı ayrılıkları zaman

al ağrını git burdan
en uzun eylülü ömrümüzün

uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur
ne göğsündeki kaplan

seçilmiş taş milyonlarca taş arasından
başını vurduğun
çok gençti genç olmak için bile
kendi zamanına muhtaç
kendiyle dargın

daha yolun başında görülüyordu
menzilindeki noksan

ömrünce sızlayacak
kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman.

m.m

güne not




sırrını rüzgara fısıldarsan, ağaçlara söylediği için suçlayamazsın."


h.c

12 Aralık 2009 Cumartesi


...
belli ki o, saf değil sarmaşıktı. berrak değil katışıktı, kadındı karmaşıktı...


öyle bir çığlıkla attı ki kendini adem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. ve başına bir şey gelmiş gibiydi.
o zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Adem, onunla göz göze geldi. kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. içine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi. ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım.
adımı henüz bilmiyorum.
sonra döndü Adem'e, aklına bir şey gelmişti.
sesi bengisular gibiydi.
bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun.
durdu, aklından yeni bir şey geçti.bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
seni anan beni de ansın. seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
bir 'ile' koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.


...bir kez bilince. hiç bilmemiş gibi.

olmuyordu...



n.b

11 Aralık 2009 Cuma

eşdeğeriyle yan



eşdeğeriyle yanyana yürürken
cehennem sokağında birey olmak,
ve en inceldikten sonra
ilkel sözcüklerle konuşmak seninle.

saat beş nalburları pencerelerden
madeni paralar gösteriyorlar,
yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.

hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


c.s

10 Aralık 2009 Perşembe




kim lambayı yaktıktan sonra onu kapının ardına gizler ki: ışığın amacı daha çok ışık yaratmak, insanların gözünü açmak, çevremizdeki mucizeleri aydınlığa çıkarmaktır. kim sahip olduğu en önemli şeyi, sevgiyi feda eder ki... kim hayallerini, onları yok edeceklerin eline teslim eder ki...


p.c

9 Aralık 2009 Çarşamba

güne not


"seyirci hipodromdadır.locasından çıkış yerindeki atları, atların yarış boyunca birbirlerini geçmeye çalışmalarını ve içlerinden birinin varış çizgisini en önde geçişini ardışık olarak görür. başka bir seyici daha vardır ki yarışın seyircisinin seyircisidir; diyelim ki o tanrı'dır.
tanrı yarışın tümünü görür; çıkışı , yarışı ve varışı tek bir ölümsüz anda görür. tek bir bakışta herşeyi gördüğü gibi tarihin tümünü de görür."
şimdi söyleyin, oldunuz mu, başardınız mı, gördünüz mü?
dahası görünce anladınız mı?
b.

çocuklar


sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler,
onlar kendilerini özleyen Hayat'ın oğulları ve kızlarıdırlar,
sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler,
sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler,
onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla,
çünkü onların kendi düşünceleri vardır,
onların bedenlerini barındırabilirsiniz ama Ruhlarını asla,
çünkü onların Ruhları geleceğin sarayında oturur,
ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz,
kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz,
ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın hiç ,
çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir,
sizler,evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız,
yayı gerenin elinde seve seve bükülün,
çünkü oku atan O güç ,uzaklaşan okları sevdiği kadar,
elindeki sağlam yayı da sever ....


h.c

kor güneşi teninden yakalar



üşümesidir düş'ün,
kabus.
ve us'un
kabında titreyerek üşümesi,
düşün!

r.y

8 Aralık 2009 Salı

...


üşümüştüm...
düşlerimin üzeri açıktı, bendim,
arzularımsa çıplak, onlardım,
ufacıktı dileğim mavi suya;
örtük bakışının dolaysız ısısı
o kadarcıktı!

üşümüştüm...
ölülerimi taşıyordum, öyle sağır,
kaç kez dokundum soğuk dudaklara.
bilemedim nasıl dönmez o göz
ayrıldığı kaynağına,
direnir o kadar!

üşümüştüm
bu yaklaşan kışla değil,
deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil,
ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta.
kaçışının gizini gönlünde tuttuğun
bilisiz aşkı
.................(nı) ver bana!


üşümeyeyim...
n.m

7 Aralık 2009 Pazartesi

iki sesimiz olmalı

iki sesimiz olmalı şimdi.
biri aşka açılmalı,biri dövüşe.
biri uzaklardan bir kadını çağırır gibi,değmediğin bir tenin ısısını hisseder gibi usul olmalı,özlemle kısılmalı,umutla fısıldamalı.
anlatmalı.
hayata ve aşka dair konuşmalı,hem şaşkın çocuk gözleri gibi saf olmalı hem yosma akşamlar gibi edepsizliklere doğru karamalı.
öyle bir ses olmalı ki,duyan yaşamak ve sevişmek için titremeli.

iki ses gerek bize şimdi.
biri bir gece baskınında ovulu uyandırır gibi, çıplak kılıçların üstüne çırılçıplak yürür gibi gür olmalı,yiğitçe yükselmeli,öfkeyle tütmeli.
haykırmalı.
ölüme ve kavgaya dair konuşmalı.
'hayır' diye dikilmeli,'despotlara karşıyım,doğarken de karşıydım ölürken de karşı olacağım,tanklarınızı ve toplarınızı istemiyorum,darbelerinize baş eğmeyeceğim,siz korkuttukça korkumu daha derinlere gömeceğim.'
üniformalarıyla ya da cüppeleriyle gelip silahlarını gösterdiklerinde,öyle bir ses olmalı ki,gülümsemeli,bir sırtlan sürüsü gördüğünde gülümseyen bir aslan gibi gülümsemeli.
öyle bir ses olmalı ki kükremeli.
baş kaldırmalı.

'eğilin' diyenlere,'esas siz eğilin'diye cevap vermeli.
hep bir sabaha karşı,alacakaranlığın içinden iri gölgeleriyle gelenleri,gene gelmek istediklerinde öyle bir ses olmalı ki, içinden çıktıkları karanlığa geri göndermeli.öyle bir ses olmalı ki,korkanları,çocuğunu okşar gibi okşayıp korkma demeli.
malraux'nun o muhteşem pasajını okumalı.
çan kay şek'in orduları yakaladıkları solcuları,bütün insafsızlıklarıyla lokomotif kazanlarına diri diri atarak yakarken,yanındaki arkadaşına,cebinden çıkarttığı siyanür hapını uzatıp'sen bunu yut,sen dayanamazsın'diyen delikanlıyı anlatmalı.
'yanmaktansa korkunuz,ben size cebimdeki siyanür hapını veririm'demeli.
güç karşısında eğilip bükülen,yalanlar söyleyen,yaltaklanan bütün o alçakların inadına,öyle bir ses olmalı ki 'olmaz' diye yükselmeli.
hep birlikte'olmaz'derseniz,gerçekten de olmaz,bir ses bunu söylemeli.
öyle bir ses olmalı ki,korkanlar,ne zaman ellerini bir kadın bacağına uzatsalar,'sen bir korkaksın' diyen o sesi duymalı.
öyle bir ses olmalı ki, korkuyla çekilen,susan kadınlar,ne zaman dudaklarına bir erkek dudağı uzansa,'sen erkeğini ve çocuğunun geleceğini sattın'diyen o sesle irkilmeli.

şimdi bize iki ses gerekli.
biri yılda bir kez açan bir kar çiçeği gibi her gece aynı heyecanla açmalı,derin bir yara gibi soyunmalı,rüzgarda kırılan bir mum alevi gibi kırılmalı.
biri kale kapıları gibi kapanmalı,en ağır zırhlılarını kuşanmalı,fırtınalarda bile sarsılmamalı.
bizim iki sesimiz olmalı.
biri aşka açılmalı,biri dövüşe.

biri sere serpe bir sevişmeye çağırmalı,biri börkünün kenarı kürklü bir savaşçı gibi bir savaş çığlığı atmalı.kendisine kazdırılan mezarının başında kurşuna dizilen Lorca'yla onu kurşuna dizdiren General Franco arasında yapmak zorunda kalacağımız bir seçimde,kimi seçeceğimizi soran bir ses olmalı biri.
Beatrice'in güzelliğini anlatmak için Dante'den ödünç alınan bir ses olmalı diğeri.
hayata ve dövüşe açmalıyız kapılarımızı.geliyorlar çünkü.
kapılarımızı kapamaya geliyorlar.
kendi hayatımızı bize zindan yapmaya geliyorlar.
mekkareleri,mehterleri,dalkavuklarıyla geliyorlar.sizi ezmek,sizi bir korkak,bir kalleş,bir sefil.bir satılmış,bir alçak yapmak için geliyorlar.
kirli bir kum gibi akıp gidecek geleceğiniz elinizden.
seviştiğinizde,ezilmiş üzüm salkımları gibi sevişecek,sokaklara çıktığınızda,lekeli çarşaflar gibi dolaşacaksınız.
size Lorca'yı tekrar öldürtecekler,Nazım'ı bir daha öldürtecekler,Ahmet Arif'i bir daha öldürtecekler.
cellat yamakları gibi koparılmış kelleler taşıyacaksınız ellerinizde.
bir mezbaha gibi kan kokacaksınız.
geliyorlar çünkü.

iki sesimiz olmalı şimdi.
biri sümbül kokmalı,biri çelik gibi ışımalı.
biri kırlara açılmalı,biri burçlara tırmanmalı.
biri hayatı alabildiğince kucaklamalı,biri yaşayabilmek için gerekirse ölümü göze alabilmeli.
biri cilveyle sokulmalı sevdiğine,istekli bir ten gibi sevdayla yakamozlanmalı.
biri,gemi direği gibi dik olmalı,öfkeyle yanmalı.
zor günlerde bizim iki sesimiz olmalı.
ve zor günler bu günler.
sesi çıkması gereken birçok insanın sesini kaybettiği günler.
korkakların,kendi korkularını bulaşıcı bir hastalık gibi yaymak istedikleri günler.
alçakların,hayatın karanlığından kendilerine bir kese altın kapmak için karanlığın tellallığını yaptıkları günler.

bizim iki sesimiz olmalı şimdi.biri aşka açılmalı,biri dövüşe.
biri şefkatle çağırmalı insanları aydınlığa,biri karanlığı isteyenlere karşı çıkıp isyanla haykırmalı.biri,gazap üzümlerindeki kadın gibi süt dolu memeleriyle aç bir adamı emzirmeli,biri,umut romanındaki çılgın cumhuriyetçiler gibi,sokağın başını tutan faşistlerin topunun üstüne,bir kamyona binip canlı bir el bombası gibi bindirmeli.
biri hayatın güzelliğini anlatmalı,biri hayatı yaşayabilmek için dövüşmek gerektiğini söylemeli.
sevinçlerden hiç vazgeçmemeli biri.
şarkılarını,şiirlerini söylemeli.
bütün şairleri,hayatın o gül kokulu damarlarını,tek tek dolaşmalı.
çiçekçilerin önünde uzun uzun çiçeklere bakmalı.
sabahın seherinde,vakti saçlarından yakalayıp günü dudaklarından öpmeli.
çocukların başlarını okşamalı,gençlere gülümsemeli.
dostları hatırlamalı.
hiç vazgeçmemeli.
diğeri herşeyden vazgeçmeye hazır olmalı.
öfkesiyle beslemeli kendini.
hayatları için hayattan vazgeçenlerin hayatlarını okumalı.çocuklarının geleceğini kendine emanet olduğunu bilmeli.
silahlara gözlerini dikip kirpiklerini bile oynatmadan bakmalı.
lokomotif kazanlarına atılmadan önce dostlara verilecek bir adet siyanür hapını iç cebinde saklamalı.
isyanın türkülerini dolaştırmalı dilinde.

bizim iki sesimiz olmalı bu zor günlerde.
biri sevdiğine 'evet' diye fısıldamalı,biri despotlara 'hayır' diye naralanmalı.

zor günler bunlar.
korkakların sesini kaybettiği günler.
bizim iki sesimiz olmalı



biri aşka açılmalı, biri dövüşe

a.a

6 Aralık 2009 Pazar

one winged angel


alev, konuşma



okurum bir şiirde:
konuşmak kutsaldır.
ama konuşmaz tanrılar
yaratır ve yıkarlar dünyaları
insanlar konuşurken.
onlar, sözsüz
oynar en tehlikeli oyunları.

tin iner,
ve gevşetir dilleri
ama söz çıkmaz:
konuştuğu alevdir. dil yakılınca
bir tanrı tarafından
bir öngörü olur
alevden ve bir kule
dumandan ve çöküşü
yanmış hecelerin:
anlamı kalmayan kül.

insanın sözü
ölümün kızı.
konuşuruz çünkü
ölümlüyüz: sözler
im değildir, yıldır.
söylediklerini söyleyerek
söylediğimiz sözler
zamanı söyler: Bizi adlandırırlar.
biz zamanın adlarıyız.

suskundur, ölüler de
ama söylerler sözleri
yaşayanların söylediği.
dil evidir herşeyin
ve açacak gibi durur
uçurumun kıyısında.

konuşmak insana özgü.


o.p

ego



ben:
nerelere, ne zaman
ne zamanlardan
bu yana
boyuna
çabalayan.

ben:
kimlere kimlerden
ne acılardan
bu yana
boyuna
çırpınan.

ben:
çiçekli baharında gençliğimin
yüreğim umut dolu
yürüyen.

ben:
çelenkli güzünde geçmişliğimin
yüreğim hüzün dolu
duran.

neler, kimler -
çabaladığın, çırpındığın:
ne zamanlar, ne acılar -
ben - ben
dediğin?

-veni, veni, venias -


o.a

5 Aralık 2009 Cumartesi

güne not




"gelecekteki olayların tohumlarını içimizde taşıyoruz.onlar içimizde kapalı olarak varlar ve kendi doğalarının yasalarına göre çıkıyorlar."



l.d

theres only one sun

...



bundan böyle baktığımda gömütsü ince boşluğa bile-
mem martılar neye göre toplanırlar bilemem dizle-
rim neden çözülür böylesine güçsüzleşir dolaşımı ka-
nımın uyuşurum bunca değişken mavinin görümün-
de uçarım ve karşı kıyı tehdit okunu kırdıkça suna-
ğım orasıdır pek sık çiçeklerle ve cesetlerle giderim
iyice daha sunmaya...

ödünç aldım kokunu kendi tenimde,
sen kokuyor yüzeyi bedenimin
her gözeneği.

açar açmaz arkı daldı bir bir kelebek içeri,
döndün sandım beyazı görünce,
birleştirerek tenimden yayılan
koku ile
uçanın sonsuzluk imgesini.

tutuyorum sevi çanını ellerimde,
vurgusu ben'e dönük, yankısı çocukluğa.
kendi ışıltısı deviniyor kendinde
katlanarak doyumu
töze doğru yayılıyor
başkayla aramızdaki
kimsesizliğe.

şimdi hayır derken
sevişiyorum seviyle ben.

3 Aralık 2009 Perşembe

şubat..



ben bu içimin yankısıyla, ben bu içimin koruyla
bu narı daha fazla taşıyamam.
düşecek ellerimden, dağılıp dökülecek odaları,
dayanamam.

benden sana mevsimlerden anne, uykularımdan tüller,
ömrümden ağrılar sızmıştır.
bu aşk bende bir imkânsızlık tasarımı gibi kaldı,
kaldıramam.

adı Şubat olan bu şiirde kalbim
uzun bir nehir gibi ağrıyor. İnat yumağım çözüldü.
sol omzundan siyah atımı, sana düştüğüm o eski şubattan
çukurumu alıyorum.

benden kalan boşluğa kırmızı bir araf düşüncesini koy.
nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman
bu kez o olsun beni sana hatırlatan.

bir gün olur senin de düşerse elinden nar
aşk bir gün seni de alır bir yerden bir yere koyar
ne zaman ki kaplar gönül mülkünü kar
çağır o zaman, anlatırım sana,
bir ömürden nasıl döne döne geçer turnalar.

sanma ki inadımda sarı bir safra
dilimde uçuşan rüzgârlı bir sayfa
sözlerimde silinmiş şifre vardır.
sökmedin beni çölden, yolum araftır

b.k

veda


ne ay ışığı yürüyeceğim,

ne sessizlik aşk boyunca.


içimde çırpınan dalganın var ettiği kıyıda

gömdüm onu

aşkla.


b.m

2 Aralık 2009 Çarşamba

yürek: kutup tan vakti


su ılık burada.
yine göç kendiliğindendi,
yine gözlerim açık.
bu gizli alanda ne görürüm, böylesine
mavi ve saf, tek başına?
ah! Bir oluk geceden acuna yönelmiş,
bir ağaç, yeşil çığlığını aya vuran
yapraklarıyla.
ben, buhar resitalini ya da buzulun
çağrısını düşlerim.
göz gözü görmesin, irisler donsun ya da!
ses boğulsun,
boyum bu boy kalsın!
yüreğim bu çifte olurlukta,
ılığın en karşıtı, deli düşmanı,
kutup tanının kendisi olmaya ant içerek,
dilerse kardan, buzdan bir igloo olsun,
dilerse eritsin bu vücudu kendi iç şafağında,
yunsun gök taşında!

su, şimdi aydınlık ve hafiftir,
yüzeyi çok karanlıkla solmuş olsa da.


n.m