26 Ekim 2009 Pazartesi

çöl sevişmeleri



bazı sevişmelerden yeniden doğarak çıkarız, bazı sevişmelerden bir parça ölerek.


her sevişmede bir başka insanın tenine, terine, kokusuna karışarak kendi varlığımızda soyunur bir başka bedene dağılırız; alacakaranlık bir kayboluştan çıkıp yeniden parçalarımızı bir araya topladığımızda içimizde bir zenginlik, bir çoğalma ya da bir eksiklik, bir yoksullaşma hissederiz.

niye bazı sevişmelerden, bir kırmızı karıca yuvasına girmişiz gibi ruhumuzu kemiren minik canavarlarla ayrıldığımızı, neden bazı sevişmelerden Kevser içmiş gibi mutlu sarhoşluklarla kalktığımızı da tam bilemeyiz.
bazen bedenimiz mesutken ruhumuz muzdarip de olabilir.

bedenimiz açlığından tam kurtulamadığı halde ruhumuzun az rastlanır bir saadete eriştiği de...


bir çöl gecesi çökerken, kumların henüz sıcaklığını yitirmediği ama nerede geldiği bilinmeyen çöl rüzgarlarının serinlikler taşıdığı saatlerde geniş bir çadırın içinde yere serilmiş ipek halının altındaki kumun sıcaklığıyla, büyük bir yelken gibi rüzgarla dalga dalga kabararak çırpınan çadırın girişine asılmış deri örtüden içeri sızan serinliğin çıplak bedenlerimize dokunduğunu hissederek, şarap, hurma, tarçın kokuları arasında soluk soluğa, ter içinde, çığlıklarla, her dokunuşta kendimizden geçerek çılgınca seviştikten sonra o çölden nasıl ayrılabileceğimizi hiçbir zaman kestiremeyiz


böyle bir sevişmenin arzula buğulanmış hayalinde istediğimiz her şey vardır ama gerçeğinde neyin eksik olabileceğini baştan düşünemeyiz...
yağmurlarla ıslanmış bir şehrin soğuk ve ıssız sokaklarında bir apartmanın girişindeki kuytulukta birkaç dakika sürecek bir sevişmeninruhumuza ve bedenimize neler katacağını ya da onlardan neler eksiltebileceğini de yaşamadan tahmin edemeyiz.


nedir bunca değişik sevişmenin bizi bazen yeniden doğurup bazen yeniden öldürmesinin nedeni?
neden bazı sevişmelerde ruhumuzla bedenimizi denk getiremeyiz?

herkesin buna değişik bir cevabı olabilir.
belki yanılıyorum ama ben bir sevişmede yeniden doğmakla ölmek arasındaki farkı "sarılışın" yarattığını düşünüyorum.

bir sevişmenin şehvetle, arzuyla çıldırmayla, zaman zaman acıyla, kendinden geçişle yüklü zenginliğine, tek bir sarılış kendiiçinde taşıdığı duygularla, şefkatle, sevgiyle, huzurla, yalınlıkla ulaşabilirse, öyle bir sevişmeden yeniden doğarak, zenginleşereksaadeti bütünüyle hissederek çıkabiliriz.
sevişmelerin taklitleri olabildiği, bu taklitlerde kendimizi bile kandırabildiğimiz halde sarılışların taklidi olmuyor,en azından böyle bir sarılışla kendimizi kandıramıyoruz. İçimizi huzurlu kılacak, isteğin şefkatle karıştığı bir sarılışın bizi ikna edebilecek bir taklidi yok.


....


kendimizi taklit edemiyoruz.

kendi sesimizi taklit edemiyoruz.

bence kendi sarılışlarımızı da taklit edemiyoruz.

sesimizi gibi sarılışımız da çok derinimizden içimizden geliyor ve taklit edemeyeceğimiz kadar bize ait.
sesimizin, bizim bütün duygularımızı kelimelerimizle onları ne kadar saklamaya çalışırsak çalışalım, ele vermesi gibi sarılışımız da sevişmelerimiz nasıl olursa olsun, o sevişmeden ruhumuzun nasıl çıktığını ele veriyor.


seviştiğiniz insana, sevişmeden bir müddet sonra belki beş dakika, belki beş gün, belki beş hafta sonra baktığınızda ona sarılmakisteyip istemediğinizi, bir kadınsanız başınızı onun çenesinin altına sokma, bir erkekseniz onu belinden kavrayıp göğsünüze doğru çekme arzusuna sahip olup olmadığınızı görmek, yaşadığınız sevişmeden ruhunuzda bir eksilme mi, bir zenginleşme mi kaldığını da gösterir sanıyorum.
sevişmeler bazen o korkunç şehvetle sizi sarıp sarmalasa, sizi bir zevk volkanının içine savursa da her zaman gerçekvarlığınızın parçası olmayabiliyor; ama sarılışlar, onlar sanırım ruhumuzun bedenimize yansıdığı yer..


sevişmelerin taklidini yapabiliriz.

sarılışların taklidini yapamayız.

bedenimizin her zerresine dokunan, zihnimizi arzu dolukaranlık alevleriyle karartıp bizi yalnızca bedenimizden ibaret bir hale getirerek sevişirken paha biçilemez zevklere salan şehvetin,bizim için her zaman hem istenen, hem kuşkulanılan bir duygu olması sanırım onun sarılışlardan yoksun olabileceğini bilmemizden.


aslında her şehvet saldırısında, her sevişmede, her zevkte onun ardından gelecek sarılışı bekliyoruz, bedenimizle birlikteruhumuzu da doyuracak, ruhumuzu da mutlu ve huzurlu kılacak o benzersiz sarılışı.


bir çöl çadırında, bir apartman kuytusunda, bir yatak odasında, bir mutfakta, bir parkta, bir tekne gezintisinde, bir ormanda, bir sahilde, bir koltukta, nerede olursa olsun, nasıl olursa olsun, sevişmelerimiz farkına varmadan ruhumuzun hazinesine dokunuyor.

ya orada yeni ziynetler bırakıyor yada orada biriktirdiklerimizden bazılarını insafsız bir hırsız gibi bizden çalıyor.

bu sevişmeleri seviyoruz, hayal ediyoruz, özlüyoruz, istiyoruz; üstelik bunları isteyip hayal ettiğimizi de biliyoruz; bilmediğimiz sarılışları da gizlice arzuladığımız.

belkide bu sarılışları arzuladığımızı kendimize çok itiraf etmememiz, sevişmeler kadar hayalini kurmamamız , onun sevişmeler kadar kolay bulunamayacağını hissetmemizden, eksikliğinin yaratacağı hayal kırklığının sarsıcı olabileceğinden endişelenmemizden.


sevişmeler zevk dolu bir araf, kapısının cennete mi cehenneme mi açılacağını bilemiyoruz.
o kapıyı açan ise sarılışlarımız.

sesimizi taklit edemiyoruz.

sarılışlarımızı da taklit edemiyoruz.
ve, bazı sevişmelerimiz bizi yeniden doğururken bazı sevişmelerimiz bizim bir parçamızı öldürüyor.

hayallerimizde ve hakikatlerimizde, bir gezgin gibi sevişmelerden sevişmelere dolaşarak ruhumuzla bedenimizi barıştıracakbir mucizeyi arıyoruz biz de...


a.a