28 Şubat 2010 Pazar

gizi kazınmış aynada yüzyüze geldiler


pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. göz için. deli. çöl faresi. kum bekçisi. cımbız gözlü. iğne burunlu. eskiden bir yıldızmış. göğünü yitirmiş. kumda şimdi. falına bakıyor. yeniden dönecek mi? taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. olmuyor, çift çıkıyor. bazen 'çift' tutuyor içinden. bu kez de tek çıkıyor.
bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. geceleri iyice umutsuz, renk körü... çölde her şey birbirine karışıyor. yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. ışıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. paranoyak bir fare. canavardan çok korkuyor. çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. her ikisini de anlamıyor. ikiye ayırıyor tek ve çift gibi. arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılıyarak, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... gözlerime bakıyor. gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. diş ve tırnak ve kıymık ve kürk ve hız ve kayma ve... dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. hayvan dişlerini. hayvan güldü. güldü hayvan oysa, bilemez. öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı.
her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. art ve ön. uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. öç alma duygusuyla yanarak 'neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. benden tiksiniyor. donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor.

n.m

26 Şubat 2010 Cuma

senin harflerin için


I.
mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum
sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin
kapanınca harflerinin kapısı: adın
şiirim!
heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış
harflerinin arasından öpüyorum: ağzın
cennetim!
dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli
ve haylaz suyundan öpsem küskün
bir çeşmenin harflerin susuz. dilin
cehennemim

II.
mırıldan dur bana, senin üstüne harf
getirmem daha, ağız ağıza duruyor
harflerin: sevmenin birinci hâli gibi
telaşlı duruyor da ben utanıyorum
üçü bakarken birini öpmeye senin!

III.
harflerin aralanmış
sesliler sevişiyor
sessizlere bu cümlede
sıra gelmeyecek gibi

harflerin yatışınca
belki duyarsın içinde
sessizlerin uykusuz
kaldığı o cümleyi

aşkı seslendirirken
unuttuğun mırıltı
bizi sessizliğimizden
doğru bağışlar belki

IV.
bir ses sesini öpse
harflerin uykusuz kalır

V.
dün sabah önünden geçtim
kağıt gibiydi harflerinin yüzü
araları açılmış olmalı
bütün gece sevişmekten

VI.
mırıldandığımız şeyler
kalmayınca aramızda
ağızda söz, gövdede ter,
bir aşk bunlarla biter


VII.
harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!


h.e

24 Şubat 2010 Çarşamba

usulca geçtim yüzünü



usulca geçtim yüzünü
ardında dağlar vardı
rüzgârlar
kurt izlerinde uluyan zemheriler vardı

çık git yüzünün inkarı olmaya...

zaman can çekişiyor şimdi

göçüğü altında eski aşkların
yüzün derin bir kılıç izi aklımda
daralır kör akrebin parantezi kadar
sürgit yanılsamadır
dönüp geldiğim

kimin kıyısında dursam artık
bir rengin usul usul dağılışı gibiyim
unutma, kırmızı olur aşkbatımları
insan kendine eskir
zaman, sık yıkanan iç çamaşırlarda
zaman ki uzaklıktır ağrılı
vedasız çekip gitmesidir bir günün
bir sigaranın sessiz tükenişi dumanlı
ve gizli aşklara sığınaktır
deniz kabukları


dön gel, sonsuz uzaklık olmaya...


g.ö

23 Şubat 2010 Salı

uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana



aşk çılgınlığının köprülerinden geçelim seninle
sevgilim, yaban otları arasında bulduğum yeşim
yüreğimdeki su birikintisinde okyanusu arayan nehir
sevgilim, unutmabeni çiçeğinin tuttuğu günlük
gözlerimle sarıldığım kuğu bulutlu gökyüzü

ellerini ayrılıklardan kaçırdığım
dalgın deniz feneri duruşlu
ilkbaharda gezinen sis saçlı sevgilim
mevsimlerin ilkokulundan kışı silelim seninle
yaz yağmurlarına yakalanalım
kumsalında sevişmek istediğin kız kalesi'nin önünde
açık hava sinemalarının yıkıntılarında uyuyalım
yer gösterici uyandırsın bizi
gözümüze sıktığı el feneriyle

"hadi kalkın sevdalılar,
aşk hikayesi filminde oynayan çift yaşlanmış,
seyirci sizi görmek istiyor!"

binlerce, onbinlerce kemanla çağırdığım dolunay
elektriğin gümüş suyuna ışığını değdiren yıldız
yeraltı kentimde biten güzelavrat otu
geçmiş sevdalarımı erittiğin geceler için
yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın
yüzümde tahtlar devirdiğin,
saraylar yıktığın için
düşlerinin içinden geçecek
uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana
ve severken seni,
sevdikçe hep çocuk kalacağım, biliyorum.

a.a

20 Şubat 2010 Cumartesi

mıknatıssız pusula

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir jazz javulcusu inliyor damarlarımda
hiç durmadan kentli mağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriyle bağlantılı yüzbinlerce yılım var.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther`in
leş kanını
gül kılar.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, trenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.
gideceğim en eski öykümde devlet denen şirk yazacağım
göz bebeklerimde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.

bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir bakın ordum akıp gidecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden
helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu büyük türk şairi ben
-ve emir "kun" diyor; doğuruluyorum-
"bu ülke"den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.
bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ik dildar tohum ekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.ellerin
bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.

ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömerek
birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir film de görmüştüm!

ah laikse aşkımız biter elbet bir kış baharyaz günü
gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yarar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur
sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.
beynime düşer infilak eder

ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmaman bedenime larcivert lavlar akıtır.
nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.

biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
yeniden dünyaya gelsem yeniden seni severim

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum
isa görüyor şeyhim görüyor ben görüyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum
mıknatıssız bir pusula olarak




a.m.ü

Pavanne

17 Şubat 2010 Çarşamba

bazen


ne kötü şey, kayıp bir denizaltı olmak

gökyüzünde!

16 Şubat 2010 Salı

dilekçe


sokağımsan
ben anahtarı çevirdiğim zaman
kapanan evin kapısı değil,
senin kapın olsun açılan.

adresimsen,
mektuplarım doğru dürüst gelsin;
iki kişi telefonla konuşurken
olmayalım hemen üç kişi.

kentimsen,
başka kentler de girsin araya;
daha bir sevinçle katılayım,

şenliğimsen.
herşeyi yaz tarihimsen,
ama her bir şeyi;

dilimsen,
sen de koru biraz dilliğini.

düşüncemsen,
kızkardeşim pencereyi açsın;
sorguçlu bir ışık aracılığıyla
günyenisi dolsun içeri.

uzat saçlarını Frigya,
yarimsen,
yurdumsan;
söz ver Anadolu.


c.s

9 Şubat 2010 Salı

mavi


üstünde yağmurdan başka hiçbir şey yoktu
anlam olmak için yeterince çıplaktın
şiirin nasıl bir şey olması gerektiğini
hatırlatıyordu gözlerin, sana böyle inandım:
ben inanmak için şiir yazıyorum, gözlerin
cihangir'i hatırlatıyordu, hayal içinde fakir
üsküdar'dan o rüyaya baktım: maviydin
bir özletip bir geri çekiyordun denizlerini!
usul usul inandım güzelliğin hatırına yağan
yağmurun üstümüzde hakkı vardır, inandım
uzak bir mavi kızın gözlerindeki bulut
burada içimize yağacaktır, inandım, mavi
bir yağmurluğun da olsa şiirden ıslanırdın!
gövdene de böyle inandım, duruydu, şiirin
nasıl bir şey olması gerektiğini hatırlatıyordu:
öyle çıplaktın ki içinde şiirden başka
hiçbir şey yoktu, gövden neyi hatırlatıyorsa
ona inanıyorum, beni hatırılamasa da, biliyorum
bazı uzaklıkların hiç mektup beklemediğini...

bazı şiirler de bekleyemiyor yağmurun dinmesini!




h.e

yaşanmış güne not

8 Şubat 2010 Pazartesi

cinayet kışı


I

bir kereye mahsus yaşanan her an
kendi hatasını bir daha düzeltilemeyecek biçimde
içinde barındırır.

bana kanatlarımı bıraktırdılar.
bana ihaneti öğrettiler.

başka haber yok.

II

ikiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
bir yanım öbür yanıma düşman
sağımda kızgın kumlar gezdirdim
solum üşüyor eski bir anıdan.

III

mum alıngan. kendi ateşiyle
kendini yok eden yumuşakça.
erimek üzere varsın, kaderine inanırsın.
ölürken fark edilmez, ışığın solduğu zamansın.

hiçbir aşk titremez sonsuza değin
bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
ve insan acıdan ölür bir gün.

IV

yüzümde taşıdığım kuyu
soğuk iklim
ağır yaprak tenimde
durup dönüp dokunduğum
yük.

yağmurun aramıza çektiği perdeyi yırtıyorum
geçiyorum göğsümdeki uykunun sarmaşığından
birazdan dünya beni unutacak, ben onu anlamıyorum.

soğuk iklim,
durup dokunduğum
dönüp seni
ben de unutacağım.

V

insan ölüyorsa acıdan ölür bir gün
kendine bir daha uğrayamadığından,
koyduğu yerde durmayışındandır hayatın
hatanın dönüşsüz oluşundandır.

hiçbir aşk titremez sonsuza değin,
bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
ve insan kanatlarından
ayrılır bir gün.
b.k

6 Şubat 2010 Cumartesi

asıl sensin



ey aşk

acının lambası elinde

ansızın geliverirsin

bir baktım mı yüzüne

anlarım - mutluluk


asıl sensin


t.

4 Şubat 2010 Perşembe

güne not


döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm döndüğüm bu sema sensin. dönnnnnnnnndüğüm.
b.k.

3 Şubat 2010 Çarşamba

kar

kardır yağan üstümüze geceden,
yağmurlu,karanlık bir düşünceden,
ormanın uğultusuyla birlikte
ve dörtnala,dümdüz bir mavilikte
kar yağıyor üstümüze inceden.

sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
unutulmuş güzel şarkılar için
bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
rüzgar gibi ta eski anadolu’dan
sesin nerde kaldı? kar içindesin!

ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
uyandırmayın beni, uyanamam.
kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
allah aşkına, gök, deniz aşkına
yağsın kar üstümüze buram buram...

buğulandıkça yüzü her aynanın
beyaz dokusunda bu saf rüyanın
göğe uzanır-tek, tenha- bir kamış
sırf unutmak için, unutmak ey kış!
büyük yalnızlığını dünyanın.

d.

kusursuz bir gün




bir kez daha saf ve som sanki her şey
iyi ayarlanmış bir ışık
tam zamanında başlayan şarkı
kusursuz bir gün
yaşamı fark etmek için
renklerle pazarlık yapılmaz
karar verirken sokak dediğin karanlığa
kötü desenli bir macera için
kendimi araklayacağım zembereğimden
hesap yada bedel ödemeden
hiç bu kadar bütün hissetmemiştim benliğimi geçici de olsa
ağzımın kıyısında dönüp duran bir sap çiçek gibi
sonrasına ve kurgusuna aldırmadan
hamle değil hayat istiyorum
bateri atakları adımlarımda
tekrar değil solo
yön, yol, yanılgı deniyor tasarlanmış sonuçlara
hem mutsuzluğun da kendine göre bir ferahlığı vardır
bazen büyük bir hasarla iyleşir insan
badanası yenilense de değişmeyen
alınyazısı yıllanmış odaların:
hayat bir çok şeyi kabul etmeye razı olmamızdan ibarettir
kusursuz bir gün razı olmamak için
kusursuz bir gün bir şeylere başlamaya...
m.m

aşk herşeyi dengeler


adını andığımda bir deniz sessizliği
kentin uzak yerlerine işlerdi
martı çığlıkları ve vapur düdükleri
bazen de çılgınlıklar arasında

bilenler özlem derdi
bilmeyenler elbette kınamıştır
dört yanımda kemikten kahkahalar
hep böyle yapmazlar mı

adını andığımda bir yaban menekşesi
sevinçlerle gözlerini çizerdi
duvarlara camlara suyun yüzüne
gör bendeki sevinci

adını andığımda susup kalırdım
bir deniz açılırdı önüme
iki yanı silme çiçek tarlası
nerelere gitmezdim
içimde ellerinle kurduğun
aşkın en büyük krallığı


a.t

1 Şubat 2010 Pazartesi

şubat

ben bu içimin yankısı, ben bu içimin koruyla
bu narı daha fazla taşıyamam.
düşecek ellerimden, dağılıp dökülecek odaları,
dayanamam.

benden sana mevsimlerden anne, uykularımdan tüller,
ömrümden ağrılar sızmıştır.
bu aşk bende bir imkânsızlık tasarımı gibi kaldı,
kaldıramam.

adı şubat olan bu şiirde kalbim
uzun bir nehir gibi ağrıyor. inat yumağım çözüldü.
sol omzundan siyah atımı, sana düştüğüm o eski şubattan
çukurumu alıyorum.
benden kalan boşluğa kırmızı bir araf düşüncesini koy.
nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman
bu kez o olsun beni sana hatırlatan.

bir gün olur senin de düşerse elinden nar
aşk bir gün seni de alır bir yerden bir yere koyar
ne zaman ki kaplar gönül mülkünü kar
çağır o zaman, anlatırım sana,
bir ömürden nasıl döne döne geçer turnalar.

sanma ki inadımda sarı bir safra
dilimde uçuşan rüzgârlı bir sayfa
sözlerimde silinmiş şifre vardır.
sökmedin beni çölden, yolum araftır.

b.k

sır için sonnet



gidecek... kendisiyle yitecek belki sır’ı:
hiçbirşey kalmayacak... sâdece kırık bir cam;
hepsi o kadar işte! –ve ne varsa aykırı
bildiğin, senden olan... –ve bitecek serencâm!..
âh, ince duvarlara çakılan kaba saba
bir çiviye tutunmuş... eğreti, öyle sarsak;
çerçeve yenik düştü gümüşe ve ahşaba;
dökülür sır’ı yüzün, aynalara bakmasak...
hani aşk’ı yazılacak olanda arıyorken bir sahaf,
yitirir ya, kitapta yazılmış olanları;
nasıl biraraya gelir derken, ne tuhaf!
sonunda hep aynalar buluşturur onları...

yüzüme bakmaz oldu aynalar, neden katı?
âh, benimki değil bu... –aynaların hayatı...


h.y