27 Nisan 2010 Salı

her şey sen olsun şu dünyada ve olmasın sen olmayan dünya da.


sevgili!..


aşkın şiirini yazmak isterdim sana; sana aşkı şiir ile yazmak isterdim... aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende tanımak isterdim. ay ikiye bölündüğünde yanında olmak, uhud’da dişini avcuma almak isterdim.

sevgili!..

şimdi senden uzakta, aşk şudur diyebilsem eğer, son defa kendimi ve ilk defa okuyucumu kandırmış olacağım. bildim dediğim bir aldanıştır çünki o, duydum dediğim bir yanlıştır. şimdi ayın, şın ve kaf’ları çıkardılar elif belerden de sensizliğin mektebinde bir sabra mıhladılar bizi elif’lerle he’lerden. sensizlikte hasretin hüzzamlarını öğrendik kucak kucak, ve aşkın nihavent saltanatını arar olduk köşe bucak. bildiğimizi sandıkça yandık da yolunda, yolunda yandığımızı sandıkça bildik sonunda. aşkın gerçeği değildi bildiğimiz, ama aşkın ateşiydi yandığımız. artık şüphedeyiz, canları yâre ulaştıran bir sel miydi aşk, şekeri güzele sunup ağuyu kalbe bulaştıran bir el miydi!.. sana varacak yolların çilesi miydi; tutkular ötesi tutkunun zirvesi, hasretle yanışların sesi miydi!..

galiba varlığın çekim alanına giren en ulvi acıydı aşk; ve maddeyi mânâya veren en cömert sancıydı. ruhların çeşitli varlıklar arasında bölüştürülen süsüydü belki; belki ötelere yazgılı yitirişlerin türküsüydü. kalp kalbe konan kelebek kanatlarında renk; kudümlerde düşünüp neylerde ağlayan âhenkti aşk. şarkın bütün şiir macerasıydı, belki yesribli sevgililer için tutulan bir anadolu yasıydı. yağmur yağmur belaya başını tutmaklar ve ateş ateş denizlere kendini atmaklardı. mansûr’u dâra takan da, halil’i oda yakan da oydu, ve oydu eyyub’u derde bırakan da. tuz kadar mübarek, ekmekçe aziz idi; toprakleyin bereket, su gibi temiz idi.

aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş, kıyamete kadar sökülmez imiş. aşk ile insan elbet güneşe benzer; ve aşksız gönül misâl–i taşa benzer. hayatı aşka bölünce hayat çoğalır; bütün hayatları toplasan geriye aşk kalır. gelip kemiğe dayanınca dünya, hayata atılan kemend olur; göz kapaklarından vurulunca kasırgalar, annelerce deprem, babalarca bend olur. aşksız bahar dallarını kuru bir ayaz boğar, aşksız rahmini yargılayan bebekler nâgehan doğar. mahrem düşüncelerle perdelenen odalarda ya ezel ya ebet olur; aşk kayıp giderse dünyadan ebet kıyamet olur; sevgisizlik gelir, dünya cehennem olur.

aşk gelince burukluğun şiirinde hüzün dokur heceler; ve azarlanmış kalpleri ısırır tam yarısında geceler. saban onunla sürerse toprağı koşarak, ancak o vakit yeşerir taze bir başak. atların nallarından yıldırımlar masallara dökülür, ve yollanamayan mektuplarda nice kalpler sökülür. kayan yıldızlar gibi büzülür elem dehlizlerine diller, ve melal süzülür gibi melek kanatlarında döker yapraklarını güller. kaderin dehşetini yakan şamdanlar özge pervanelere tesellikâr düşer, şefkatli bir ekmek kırıntısıdır kurutulmuş buselere yâr düşer.

sevgili!..

kapına geldik; aşkı öğret bize; ve aşkını ver yüreklerimize.

bir nihânîce gamzene gamzede âşıkların adına... hani uykuya dalınca kenti, ve yalnız başına kalınca kendi... hani yalnız gecelerde konuşmadan kalınca dilleri, ve hâl üzre gönüller anlar olunca bütün dilleri... vicdan sesinden bîzâr kürek mahkumlarınca, hani âşıkların hasreti özlemle karınca... hani gurbetin ucunda gönlüme gömen de seni, hani seni gurbet gurbet gönlüme gömende... güneş ve ay nurunu aşkından alırken; güneşin ışığı aya vurur gibi âşıkı aydınlatırken... gel ey sevgili bir huzmecik bahş eyle âsî ve aciz üftadene, ve umut ver peykin olmaya teşne kem zerrene. aşkları unutan bendene aşkını unutturma!..


her şey sen olsun şu dünyada
ve olmasın sen olmayan dünya da.

i.p

Hiç yorum yok: