“nerelerdeydin” diye sorarsan ,
“hep eskisi gibi” diyeceğim;
toprağı örten taşlardan söz edeceğim
ve sürdükçe kendini harcayan ırmaktan
ben yalnız kuşların yitirdiklerinin bilirim.
gerilerde kalan denizi bilirim... bir de ağlayan ablamı
neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?
neden günler yeni günleri izliyor?
neden koyu bir gece birikiyor ağızda... neden ölüler!..
“nereden geliyorsun “diye sorarsan
bölük pörçük sözcüklerle konuşmak zorundayım
ağzı zehir gibi yakan araçlarla
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle...
andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil
yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller
ve yapraklarından sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün
işte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü küçük kartpostallarda
ama bu sınırın ötesine geçmeyelim
dişlemeyelim sessizliğin çevresindeki kabuğu...
ne karşılık vereceğimi bilemem
öyle çok ki ölüler
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.!...
p.n
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder