16 Ağustos 2010 Pazartesi



her melek korkunçtur. ve buna karşın, ne acı

şarkım yine sizlere, ey ruhun neredeyse ölümcül kuşları,

tanısa da sizleri. nerede artık tobias’ın yaşadığı günler,

parlayanlardan birinin basit bir evin kapısında durduğu?

biraz kılık değiştirimiş yolculuğa ve artık korkunç olmadığı.

(merakla dışarıya bakan gencin karşısında bir genç)

o büyük melek, o tehlike getiren şimdi yıldızların ardından

bir adım inip de aşağılara, çıksaydı şimdi karşımıza

çarpan kalbimiz parçalardı bizi. kimsiniz sizler?



ilk kusursuz yaratıklar, hilkatin gözdeleri,

tüm yaratılanların tan kızılı dağ dorukları,

çiçekler açan tanrı varlığının çiçek tozları,

ışığın eklemleri, geçitler, merdivenler, tahtlar,

öçlerden mekanlar, sevinç kalkanları,

fırtınalı coşkun duyguların kargaşası. ve herbiri birdenbire, birer

ayna : dışarı yansıttıkları kendi güzelliklerini

geri almaktalar kendi benliklerine



ya bizler, hissederek eriyip gidiyoruz. ah,

her soluk verişte biraz daha eksiliyoruz. korlaştıkça

güçsüzleşiyor dumanımız. söyleyebilir bize biri:

evet damarlarımdaki kan olmaktasın sen, bu oda, ilkbahar

dolmakta senle… neye yarar alıkoyamaz ki bizi,

onun içinde, onu saran mekanla birlikte yok oluruz. o güzel insanlar da yokolurlar.

kim alıkoyabilir ki? durmaksızın görüntüleri

beliriyor yüzlerinde ve ayrılıyor.sabah vakti otlardan ayrılan çiğ gibi

ayrılıyor bizden bizim olan da, sıcak bir yemekten yükselen

buğu sanki. o gülümseme nerede artık? o bakışlar:

kalbin yeni, sıcak ve kaybolan dalgası-;

ne acı:varolmaktayız buna karşın.tat katmadık mı

içinde eriyip gittiğimiz evrene bizler? melekler

yalnızca benliklerinden akıp gidenleri mi

geri almaktalar, yoksa bazen yanlışlıkla

bizlerin varlığının bir parçasını da mı? yoksa bizler de

karıştık mı onların yüz ifadelerine, yüzlerindeki belirsizlik gibi

hamile kadınların? farketmiyorlar bunu girdabında

kendilerine dönüşlerinin.(nasıl farketsinler ki zaten)



sevenler anlayabilseydiler bunu, gece vakti

büyülenmişçesine söyleşebilirlerdi aralarında. çünkü herşey görünmekte

bizi gizlermişçesine. bak, ağaçlar varolmaktalar; evler ki,

barındığımız içlerinde, varolmaya devam etmekteler.yalnızca bizler

akıp gidiyoruz herşeyin önünde, solurken alıp verilen havaymışcasına.

herşey birleşmiş adeta bizleri görmezlikten gelmeye. biraz

utancıyız onların belki, biraz da dile getirilemez ümitleri.



sevenler, sizlere, birbirlerine yetenlere

soruyorum bizleri. kavrıyorsunuz birbirinizi. kanıtlarınız var mı?

bakın, bazen öyle oluyor ki, kenetli ellerim

hissediyorlar birbirlerini ya da aşınmış yüzüm

sığınmakta aralarına. bu hissettirmekte bana biraz

varlığı. fakat kim cesaret edebilir ki, bu kadarıyla varolmaya?

fakat sizler, birbirinizin coşkusunda

büyüyen, biriniz bitkin, diğerine şöyle yalvarıncaya değin:

yeter artık -; sizler ellerinizle birbirinizin

daha da zenginleşmektesiniz, bereketli bağbozumları gibi;

sizlere, güçten düşenlere, diğeriniz güçlendikçe



sizlere soruyorum bizleri. biliyorum

mutlulukla dokunuyorsunuz birbirinize, okşayışlar koruduğu için

kaybolmadığı için sizlerin, ey şefkatliler, dokunduğunuz yerler;

hissettiğiniz için dokunarak salt akışı.

böylece neredeyse sonsuzluğu vaadetmektesiniz birbirinize,

kucaklaşarak. fakat ilk bakışların

korkunçluğuna dayanabilirseniz eğer, penceredeki özleme

ve ilk birlikte yürüyüşe, bir kez olsun bahçede:

ey sevenler, sevmekte misiniz hala? sizler

birleşince dudak dudağa ve başlayınca karışmaya-: içki içkiye:

eyvah, yitirmekte kendilerini içenler bu eylemde.



hayrete düşürmüyor mu sizi, attika stellerindeki çekingenlik

insan tavırlarının? sevgi ve veda değil miydi

omuzlarda hafifçe yüklenen? sanki bizlerden

farklı bir özden yapılmışçasına. elleri hatırlayınız,

güçle dolu olmasın karşın gövdenin, yumuşakça dokunan.

kendilerine hakim olanlar biliyorlar: o kadar uzak ki bize

birbirimize böyle dokunmak; daha güçlü

dokunurlar bize tanrılar. fakat bu onların bileceği iş.



bulabilseydik keşke, saf, sınırlı, dar,

insani, bize ait verimli bir toprak parçası

ırmak ve kıyılar arasında.çünkü aşmakta bizi kendi kalbimiz

tıpkı onlar gibi.ve ona artık bakamıyoruz.

bakamıyoruz kalbimizi yatıştıran görüntülere, daha da ötesi

tanrısal gövdelere, kendi sınırlarını bulmuş.


r.



çeviren;süha erga

Hiç yorum yok: