20 Eylül 2010 Pazartesi

hiçbirşey istememenin mutluluğu *


okumayı bırakıp sokaklara çıktım. sabahın serin havası geçmiş, yumuşak bir bahar havası parlayan güneşle caddeleri doldurmuş. akşam yaklaştıkça güneşin parıltısı güçleniyor. gecenin geç saatlerine kadar sürüyor gün. uzun caddelerde yaşamı o kitapta olduğu gibi yoğun yaşayıp yaşamadığımı düşündüm. aşkı , duyguları özlemleri? yoksa ben yaşanan tüm olayların gözlemcisi, dünyanın, duyguların, özlemlerin, ülkelerin, alışkanlıkların bir seyircisi miyim? belkide gövdenin öldürücü acılarını gözlemci olarak taşımak daha kolay olurdu. peki ama sevinçler ve istekleri ne yaptım? duyguların derinliğinden bir gözlemci olarak kaçtım mı, onların yarattığı akımlarda ben'im tümüyle yer almadı mı ve zaman dışı sessizliğimde yeterince içten değil miydim?
büyük mağazalar  saat beş buçukta kapanıyordu. bütün insanlar birden yok oluyordu.vitrinlerde yüzbinlerce elbise, yüzbinlerce ayakkabı, yüzbinlerce şişe, yüzbinlerce oyuncak donup kalıyordu. boşalan betonun üzerinde parlak ışık kalıyordu geriye. kahvelerde tek tük insanlar oturuyordu. birkaç genç. yüzünü gece güneşine tutan bir yaşlı.
üzerime basınç yapan havanın ağırığı geçti.adımlarımı kolaylıkla atabiliyorum. ışığı denize, kanallara kadar izleyebilirim. kanallar gemilerle dolu.
hep bir yere yerleşmek istedim.peki ama neden hep yollardayım. yaşamım hep bir yerlerde dolanıp durma. yöreleri merak etmiyorum artık. eski kentler, dar sokaklar, eski binalar, yeni caddeler, gökdelenler,kahveler, alış-veriş merkezleri, mac donalds'lar, puplar, bluecinler heryerde birbirine benziyor.görmek, görmek, görmek. artık ilgimi çekmiyor. beni insanlar ilgilendiriyor.ama burada,bu kentte ne bir bağlantı, ne de konuşacak birini arıyorum.
yaşanmışlık düşüncelerimde bir şey arıyorum.acıyı bulamıyorum, yabancılık, özlem bulamıyorum.derin bir sevgi yada ilişki bulamıyorum. hep o gözlemciyi görüyorum, düşüşleri ve çıkışları düzenleyen gözlemciyi.beni, yaşamımı gözleyen, beni fırtınalarla uçuşturan, karanlıkla seviştiren, güneşle doğuran, bulut olarak doğu denizi'ne  yağdıran gözlemciyi. buna yutkunmayı güçleştireni.

...
zaman zaman yorgunum. sabaha uyanıp, istanbul bogazının aydınlanan sularına, karşı kıyıdaki puslu tepeciklerine baktığımda içimi bürüyen yaşam çoşkusu, yokuşu inip, işee gitmek için uğraşmaya başladığım an, silinip gidiyor. otobüslerden acıyla sarkan insanlar. sokakları dolduran sokak satıcıları, şöförlerinin sürdükleri lüks arabalarına gömülmüş, gazetelerini okuyarak önümden  geçip giden işadamları, ülkenin tüm çelişkisini sabahın ilk saatinde yüzüme vuruyor. ve birden yoruluyorum.

....
ne güzel şarkılar var. şimdi çok uzak zamanların, çok uzak toprakların, çok geniş caddelerin yakınındaki büyük beyaz tavanlı odada çok güzel şarkıları var. henüz yüksek ağaçlar yapraksız. eksi ondereceye varan soğuk günlerde kıpkırmızı bir kış güneşi parlıyor. erkenden çıktığım sabahlarda, biraz ötemdeki köprünün üzerinden geçerken, aşağıda sıra sıra uzayan tren yollarına bakıyorum. tren raylarını hep sevdim. tren raylarının bitiminde fabrika bacaları tütüyor. sabah sekize doğru, bacalardan tüten dumanların gerisinde kırmızı, soğuk kış günü güneşi doğuruyor. doyumsuz dünyamı avucumun içine sıkıştırıyorum. herşeye hazırım. hastalığa.yalnızlığa. aşka. gitmeye. kalmaya.

t.ö

*herşeyin sonundayım.

2 yorum:

Profösör dedi ki...

Herşeye hazırım yaşamaya ve ölmeye de..

Elif Gizem dedi ki...

Tezer Özlü'den güzel alıntılar. Çok severim...