5 Mart 2011 Cumartesi

"neden kelimelerle düşünür de insan, görüntüler yüzünden acı çeker?"


koluma çarptı, elimdeki porselen düşmeye direnerek indi dükkanın önündeki tozlu karolara. toplanamayacak kadar dağılmış, kendi olamayacak kadar değişmişti. bir an, o bir an  ve hükmetmiştik maddeye, o bir an maddenin kaderini değiştirmiş, yokoluşuna karar vermiştik. birinin onu severek aldığından çok, nasıl buraya düştüğüyle ilgilenirken,  pencerenin önünde solmadan önceki mavisini düşünürken ona kimsenin yapmadığını yapmış elimden düşürmüştüm. parçaları benimle toplamak için eğildi, bir yandan özür diliyor bir yandan kafasının içinde gideceği yerin muhasebesini yapıyordu, pasajın yeşil ışığı yüzüne yayılmıştı."yağmurlu havada da birbirinin yüzüne bakmayı arzu eden insanlar birbirlerini güzel görürler" diyordu balıkçının ölümünde. bense amansız bir hastalık gibi ellerine tutulmuştum.  birşeyler söylediğini duyuyordum ama gözlerimi çekemediğim şey elinde duran ve sağ bileğinden kırılmış bir el'di, tek parmağı kalkık, üstüne diğer kırık parçaları topladığı. diğer eli göremiyordum. birden parmaklarının ıslandığını farkedip yüzüme baktı,  dehşete kapılmıştı, ağlıyordum ve bilmiyordum niye. bir denizin tam ortasında kalmış boğuluyordum. avucundaki kırıkları yere bırakıp, beni kaldırdı.  beş dakika sonra tüm parçalar toplanmış, tüm izler yok edilmişti. benimle pasajın kapısına kadar yürüdü. birbirimizi başımızla selamlayıp ayrı yönlere yöneldik. köşeden sırf bedeninin değil kokusunun da kaybolmasını bekleyip döndüm.ilk cinayetini işlemiş acemi bir katil gibi... eğilip yerde elimi gezdirdim. parmakları parmaklarıma değince biranlığına evet sadece biranlığına ürktüm.

sol eli cebime atıp yürüdüm, ellimi cebimden çıkarmadan. yanaklarım alabildiğine kızarmış, nefesim durmuyordu. tek damla gözyaşı yoktu içimde. şimdi, her gece gölgesi gelir diye düşümde yarısını ona ayırıyorum üstümdeki gölgenin...

3 yorum:

silencio dedi ki...

Zaman, öyle bir zaman ki, bizlere uzak, kafdağlarında masalsı düşler öneriyorlar hep. Bu dünyaya ait dikey sevgilerden korkar gibiler.
Ve oysa yeryüzünde yaşayabilen insanlar, kendi ufacık anlarındaki binbir ayrıntıyı farkedip, yaşayıp veya yazıp yeryüzüne dair düşler kurabilenler oluyor.
Bu öykü, Wong Kar Wai filmlerinin yavaş yansıtılmış bir sahnesi etkisi yaptı.Ve üstüne üstlük capcanlı duyguların ayrıntıları ile o kadar net görselleşmekte ki içteki sevgi, başlığa uygun düşüyor sanırım bu da. Okudukça görüyor, gördükçe ortaklaşıyoruz öyküde. Öyle canlı.

Defne Soysal dedi ki...

Ah Hendel, Sarabandı hangi öyküyü koysan yıkar geçer bütün kalpleri. Nasıl bir duygu sağanağı yaşatır notalarıyla.Bayıldım hem öyküye hem müziğe.

y. dedi ki...

aslında daha çok beyoğlu iş merkezinde ( taksim odakulenin karşısında) sonlara doğru porselen objeler ve bir yığın ıvır zıvır satan oldukça yaşlı bir hanımefendinin dükkanında kırılmış bir balerinin öyküsüdür. sol el hala küpelerimin arasında ve ne zaman orada olsam burnumun direği inatla sızlar. anların müzikleri vardır kafamın içinde ve herşey yerini temsil eder, kimse bilmesede rüzgarın bir dakikalık esişi, şu koskoca dünya için bile büyük birşeydir. oysa insanlar umursamaz. yaşar, hayır aslında çoğu zaman sadce o an'a katılır ve zerresini kendilerine katmadan yürür geçerler...

kıymetle...