8 Eylül 2011 Perşembe

kuşlar toplanmışlar göçüyorlar...



(tık&tık)

suyun sesine uyandım... sanki birşey suları kıyıya çarpıyordu, sanki birşey sadece kendi şarkısını söyleyerek uçuruyordu suları.  rüzgardan güçlü, fırtınalardan sessiz ve bunun dışında tek bir çıt duyulmuyordu, kimbilir belki de eylül kapıyı çaldığında sus işareti gösteriliyordu ağustos böceklerine. suçu aylara, yıllara, mesafelere,
acıtan, gülümseten anılara atmaya alıştığımızdan beri kolaydı işimiz. herkes aksini söylese de kolaydı gitmeler,
kalanlar, yazlıkların dolu zamanlarında sevilen ve sonra boş evlerin kapalı panjurlarına, katlanmamış sandalyelerine pati izlerini bırakan yavru kediler gibi, belki büyümeyi başararak belki de vakitsizlikten atlayarak yılları kalıyordu ve bilge karasu'nun dediği gibi bütün yavru kediler gibi büyüdüklerinden ölüyorlardı.
gidenlere ne oluyordu sahi, o kadar uzaktan duyuluyor muydu, sahildeki çakıl taşlarının sesi, şemsiyelerin rüzgarla kavgası...
perdeyi parmak uçlarımla tutup aralarken, gözlerimi şaşkınlıkla açarak bakıyordum, suyun mavi yüzeyi çatalkuyruklarla dolmuştu. kırlangıç havuzunda yüzmek diye mırıldandım. telaşlı yürekleri ve az öncekinden biraz farklı şarkılarıyla havalandılar. odanın açık kapısından içeri girdi kanatlarının rüzgarında taşıdıkları çiçeklerin, suyun, bitmiş mevsimlerin kokusu, perdeler havalandı yüzüme, "sevgili kırlangıç, kanatlarının altından öpüyorum" dizesi aklımdan geçerken, içim titredi. hayır, ayrılıktan, hasretten değil, rüzgarın taşıdığı sonbahardan. eve dönüş mektubunu kırlangıçlar bırakıyordu elime, bir de sabah uyandığında ilk beni düşün deyişini...

o göçebe kuşları da merak ederdin sen,
yılın hangi ayında geldiklerini,
gelirken hangi enlemlerden geçtiklerini,
yuvalarını nerelerde yaptıklarını...
turuncu, altın sarısı, siyah tüylü o kuşlar.
onları anlatırdım sana kış geceleri,
aştıkları lacivert denizleri,
adlarını uydurduğum kimsesiz adaları.
arslanlar kükretirdim geride kalan ormanlarda,
filler dolaştırır, timsahlar dövüştürürdüm
çamurlu ırmaklarda.
derken kızıl kiremitler görünürdü bir kıyı
köyünün dağınık damlarında.
ve bahar yağmurları yağdıran bulutların
arasından süzülür bir gölün kıyısına konarlardı kuşlar.
dönüşlerini anlatmamı istemezdin hiç.
hep kalsalar, derdin, o gölün kıyısında
ya da yuvalarını yaptıkları saçak altlarında.
kışa doğru, geceler uzar, koyulaşırdı karanlık.
sen büyürdün, büyürdü göçebe kuşların
giderken aramıza bıraktıkları sessizlik.

kuşlar yollarını yürek pusulalarıyla buluyor, ben bir şiir düşürüyorum yüreğime bu sabah kırlangıçlar giderken, biliyorsun seni seviyorum demek bu...

kapıdaki kilidi iki kez çeviriyorum, bütün prizler çekilmiş, havlular kuru... yazdan kalma giysiler, kılıflarının içinde, su yatakları söndürülmüş, oyuncak zürafa devrilmiş kanepede, çıkarken unuttuğumuz, yavrusu büyük siyah çantada. öksüzlüğü eşyalara bile böyle öğretiyoruz işte. kapıya elimi yaslıyorum, duymaya çalışıyorum bizden sonraki sesleri. bilmiyorum ne olacak ardımızda bıraktığımız su, tabaktaki yoğurdu masaya çıkarak yalamasına izin verdiğimiz yavru kediler, hergece uyumadan önce başımızı son kez kaldırdığımız gökyüzü, dün arka bahçede fotoğraf makinasında bıraktığımız gülüşmelerimiz, bilmiyorum ne oluyor biz gidince, belki de eşya küskünlükten soluklaşıyor, insanların yüzü gibi eskiyor.
sonbahar geliyor, en sevdiğim yağmurların, tüle dolanan ay'ların mevsimi... ben bir şiir bırakıyorum, burada geçen son dolunaya, kırlangıçlar çoktan gittiklerinden ve sana hiç yazmadığımdan asılı kalacak geçmiş tüllerin arasında...

ışıkta iki kırlangıç

kapının üstünde ve yuvalarında ayakta durmuş
belli belirsiz baş oynatır
geceyi dinleyerekten
ve gece bembeyazdır
ve dünya kara ay
aylılarla dolup taşan ay
bir kardanadamcağız
şaşkın
çalar bu ayın kapısını
ışıkları söndürünüz
iki aşık sevişiyor
ukular alanında
ışıkları söndürünüz
yoksa herkes görecek onları
öylesine yürüyordum
onlarla karşılaşmayayım mı
kız eteğini indirdi
erkek kapadı gözlerini
ama kızın üstünde kalan gözleri
ateşten iki taştı

ışıkta iki kırlangıç
kapının üstünde ve yuvalarında ayakta durmuş
belli belirsiz baş oynatır
geceyi dinleyerekten"

kontağı çeviriyorum ve duymamak için sesini hiçbirşeyin, benzetmek aklıma gelmesin diye bilmediğim şarkılar kulağımda, içlerinden kırlangıç geçiyor, gülümsüyorum, hayat bu demek işte. bir yaz daha bitti.

keşke yalnız bunun için sevseydim seni...

y.

11 yorum:

nil dedi ki...

okumadım ki daha ne yazdın. biliyorum ama dün buraya gelip baktığımı hissettin, seni ne çok özlediğimi de. ve şaşırmıyorum artık, fizzy'de nazan öncel diye aramış dinlerken tam posta kutuma gelişine...

y. dedi ki...

belki de hani ikimizin de o çok sevdiği kitaptaki gibi, sadece gözlerimizle değil kalbimizle de baktığımız içindir canım nil ve biz tesadüfleri severiz değil mi, çok severiz. özledim seni.

Ateş Böceği dedi ki...

Gönül teli tıngır mıngır...

beenmaya dedi ki...

hala gelmedin sen
ve özledim ben...

kuzguni dedi ki...

tavsiye üzerine buradayım..

kırlangıçlar var, eylül var, cemal var, "keşke"si var, siyahı var, daha siyahı var.. var oğlu var..

bende de sıcacık bir "ne güzel" var..

hoş buldum..

Yazgüneşi dedi ki...

gözüm yollardaydı.. hoşgeldin.. gitme..

yaz gitti
sen geldin ya
bari yeniden gitme..

y. dedi ki...

.ateş böceğim, sen yazıyorsun o mektupları, sonra zaten tıngır mıngırız, bir de eylül üstüne...
sevgiyle.

y. dedi ki...

canım mayam, geldim ben hafta başına kadar ıslık çalma çalışması yapıyorum.
öperim.

y. dedi ki...

.kuzguni, o zaman hoşgeldiniz diyelim ve umalım ki keyifli olsun yolculuğunuz bu yolda.
sevgiyle.

y. dedi ki...

.sevgili nes, dedim ki eylül, yollara düşmenin, yağmurda ıslanmaların ve kalplerimizi ısıtmanın vakti, soğuyacak havalara inat. üstelik özledim...
kucaklıyorum.

Yazgüneşi dedi ki...

soğuyacak havalara inat sıcacıksın işte
ne güzel
kucaklıyorum