amaçsız bir geziydi çıktığım. güneş altında yürümek istiyordum. evdeki yazı masasını terketmedikce gün daha zor geçiyor. öğleden önce yapılan bu yürüyüşler günün daha kedersiz geçmesine yardım ediyor. çok derin olmasa da bir kedere dalıp gitmek hiç de iyi değil. oysa 'hiçbir keder yok işte' diye düşünürüm. ama büsbütün amaçsız değil bu gezintiler. açıkça anlaşılıyor ki günün kederinden uzaklaşmak amacını taşıyor. güneş de bu amacı kolaşlaştırıyor; kederden uzaklaşmaya yardım ediyor. böylece derin sorunlara, ikilemlere düşmeksizin yaşıyorum.
"sessiz sokak*" gibi bir yere rastlayınca öz-varlığımı bulduğumu hissediyorum diye not etmeyeceğim buraya. çok kullanılmış bir deyimdir bu öz-varlığını ya da "kendini bulmak." birşey bulmuş değilim. amacım o değil. insan eğreti dokunuşlarla yaşadığı kendine büsbütün yabancı bir ülkede kendi varlığını nasıl bulabilir? o güne kadar görmediği bir sokağa rastlamaktan mutluluk duysa da. düşlerimde kendi evimi arıyorum. kendi evime varmak amacım. o ev artık yokluğa kanşmış olsa da.
18 Ekim 2011 Salı
13 Ekim 2011 Perşembe
sana, bana, herkese n'oldu acaba*
üşümüşüm…
düşlerimin üzeri açıktı, bendim,
arzularımsa çıplak, onlardım.
ufacıktı dileğim mavi suya;
örtük bakışının dolaysız ısısı,
…o kadarcıktı!
üşümüşüm…
ölülerimi taşıyordum, öyle sağır.
kaç kez dokundum soğuk dudaklara.
bilemedim nasıl dönmez o göz
ayrıldığı kaynağına,
direnir o kadar!
üşümüşüm…
bu yaklaşan kışla değil,
deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil,
ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta.
kaçışının gizini gönlünde tuttuğun
bilisiz aşkı
(nı) ver bana!
üşümeyeyim…
zelda
*lale müldür
tik tak
çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
olduğunu..
yabancıların en yakınıydın sen !
zelda
tuttum adını aşk koydum bu aykırı dünyada...
herkesin alışverişle yatıştığı yerde sesiyle ayaklanırdım. caddeler dolusu yoksulluk içinde payıma düşen hazineydi. bildiğim bütün güzel sözleri ona söyleyerek onarırdım yalnızlığımı. suyum akmayı öğrenmişti. insanların mutsuzluğu üzerine düşünmeye başlamıştım. en büyük aptallıkları bile gülerek karşılıyordum. duyguyla tenin birbirinde nasıl eridiğini yaşayarak görmüştüm. hiçbir yere sığmıyordum artık. herkesin imrendiği ayrıcalığımdı benim. durup dururken genişliyordu göğsüm. yüzümdeki nilüferdi.
tuttum adını aşk koydum bu aykırı dünyada..
11 Ekim 2011 Salı
ah! sessizliği işitip karanlığı görmek keşke mümkün olsaydı..."
...önce körlüğünü giyinmesi bitene dek uzattı. sonra sonra yazı masasının yanına gözleri kapalı gitmeyi de başardı. oraya gelene dek ardında kalan eşyaları görmediğinden, çalışmaya oturduğunda kafasının onlara takılması sakıncası da ortadan kalkıyordu. yazı masasının başına geçer geçmez gözlerine özgürlüklerini geri veriyordu. yine ışığa kavuşmuş olmanın sevinci, gözlerinin hareketlerine daha büyük bir kıvraklık kazandırıyordu. belki de kien'in büyük bir cömertlikle sunduğu dinlenme süresi, gözleri için güç kaynağı oluyordu. bu arada kien onları yalnızca verimli oldukları alanlarda, yani okuma ve yazmada kullanarak beklenmedik saldırılardan koruyordu. gerek duyduğu kitapları raflardan gözü kapalı alıyordu. başlangıçta kendisi de güldü bu şakayı andıran davranışlarına. kaç kez elini yanlış kitaba atıp, gözleri kapalı ve her şeyden habersiz masasına geri döndüğü oldu. ancak ondan sonradır ki elini sağ yanda aradığı kitabın üç cilt, ya da sol yanda aradığının bir cilt ötesine uzattığını, bazen de yanlışlıkla ta bir alttaki rafta dek kaydırdığını anladı. ama bu gibi yanılgılara önem vermiyordu. sabretmesini bilen bir insan olduğundan, ikinci bir kez yola koyulmasının hiçbir sakıncası yoktu. ayrıca kitabı yerinden aldıktan sonra, henüz masasının yanına dönmeden adına, cilt sırtına şöyle belli belirsiz bir göz atma isteği duyması da pek ender karşılaştığı bir olay değildi. böyle zamanlarda gözünü kırpıyor, fazla fazla gözünü bir an için bakmak istediği yere dikip, bunun hemen ardından yine kapatıveriyordu. ama çoğunlukla kendini tutmayı başarıyor ve gözlerini açık tutmanın herhangi bir sakınca doğurmadığı yazı masasının başına gelene kadar bekleyebiliyordu.
e.c
e.c
...
tenha bir eylül bahçesinde...
bir bardak konyak, kitap ve kahve
otururken dalmış kendi kendime,
güz rüzgârı geçiyor kitabımın içinden
ot kokan nefesiyle.
hızla çevirerek sayfalarını
savuruyor bütün harfleri
gözlerimin önünde,
koparıp kimbilir hangi sözlerden
irili ufaklı belki binlerce.
telâşla kapatıyorum kapağını kitabın
bastırıp üstüne elimle.
bakıyorum herşey yerliyerinde;
tenha bir eylül bahçesinde
bir bardak konyak, kitap ve kahve.
m.a
4 Ekim 2011 Salı
3 Ekim 2011 Pazartesi
“bağlaç” olmakla kalacağını sanan dosta...
bir tüy,
bir telek
bir dal-
gın ku-
şun ar-
dında
bırakı-
verdiği
havadan o-
luşmuş gi-
bi yumu-
şak,düşen,
yere doğru;
bir tüy,
bir te-
lek,
bir yap-
rak
bir güz
dalın-
dan
kopmuş
kopu-
vermiş
sarartılı
bir yap-
rak, ye-
re de-
ğince
kimse-
nin duy-
madığı,
yeri, taşı,
toprağı ba-
ğırtmamış,
incitmemiş
bir tüy, bir telek,
bir güz yaprağı
gibi düşmüş yerleşmişti içi-
me
içerime,
gönlüme,
etime
k o r k u
bir çığ gibi geldin üstüme
karınca-
lar gi-
biydim,
düş ka-
rıncaları,
ozan ka-
rıncaları
gibi
çıdamlı ka-
rıncalar
gibiydim,
çıdamlı,
dümdüz
uzanan
uçsuz
bucak-
sız
engebesiz bir düzlükte
üstüme bir çığ gibi gel-
din kendine kattın beni
gözü, a-
yağı, bir
yerlere
takılma-
dan
hiçbir şeye
yönelme-
den
dümdüz
uzanan
bir top-
rakta
çıdamla
y ü r ü y e n
karınca-
lar gi-
biydim.
d u y d u m s e n i,
ö l d ü m s e n i!
seni seni seni
:seni : seni:
gördüm - : - duydum - : - - :
yaşadım - - öldüm - :
yürü-
mekten
başka
bir şey
bilme-
yen
nereye,
niye, ne-
ye gitti-
ğini bil-
meyen
bir yere
gittiğini ol-
sun bilme-
yen
ozan karıncaları
g i b i y d i m
çıdamla
yürüyen
bu düzlük-
te, engebe-
sizlikte.
senin yanımdasızlığın bir
silik suskuydu, günsüz ka-
ranlığımı keser açardı ka
pısını, sesin, yüzün, yürümen
nereye
gittiğini
gene bil-
meden
bir yere
gittiğini ol-
sun gene
bilmeden
çıdamı
da, yü-
rümeği
de unut-
muş
b i r b ö c e ğ i m ş i m d i
çılgınca dönenen
durduğu
yerde.
görün-
mez en-
gebeler
örüldü
çepeçev-
re
çevrem-
de
k o r k u d a n
bir çığ gibi geldin üstüme
kendine kattın beni, yuvar-
landık bir süre
zeytin
gövdele-
ri gibi-
yim
şimdi
topra-
ğım is-
ter al, is-
ter boz,
ister ka-
ra,
burul-
muş er-
keklik-
ler gibi-
yim
a c ı i ç i n d e
k ı v r a n a n
düzlükle-
rinde gök-
yüzüne
uzanıp gün
ışığını tit-
reştiren,
dünyayı
düzgün
aralıklara
bölen
kavak duvarların-
d a n s o n r a
sonra
suyu ara-
yıp bu-
lan kökle-
riyle, dur-
madan bu-
danan kol-
larıyla
su fışkı-
rır gibi
yeniden
toprağa
dökülen
dallarıyla
yeşil yağ-
murunu
yağdıran
söğütlerden sonra,
sonra
sonra
yarık
yarılı
yarılmış
tahtasıyla
kıvra-
nan
buruk
burgun
bir zey-
tin göv-
desi gi-
biyim
kuytularda,
eğimlerde,
suskun,
sessizlikler
içinde, gü-
müş yeşil
bir buğu
altında,
buruk
b i r g ö v d e y i m ş i m d i
yemişi
karar-
mayan.
sonra sonra sonra
yıktık kendimizi de
kuru-
yum
göğe baktı-
ğım yerde,
buru-
ğum
yere baktı-
ğım yerde
korkuy-
la besle-
nerek
korku-
dan!
ben çığ oldum şimdi, sen,
kar'ımdaki taş, karnım-
etimdeki
daki, dokumdaki
kama
oysa korku kendi memesini
e m e r e k b ü y ü r;
nasıl
burmalı
bu me-
meyi?
nasıl
kurtul-
malı
nasıl na-
sıl nasıl
korku-
nun sü-
dü ol-
mak-
tan?
seni seni seni
:seni: seni:
yaşadım - : - duydum - : - - :
öldüm - - - - - - - - - - - - -.
seni yaşa-
dım, seni
öldüm;
uçuru-
mun di-
bine
v a r a m a d ı m d a h a
parçalanıp, parça-
layıp kurtulacağım
yere.
bir tüy,
bir telek
gibi, bir
güz
yaprağı
gibi
k o p m a l ı
kuştan, ağaçtan,
yeğnilikle, incele-
rek,
bağırmadan korkudan.
anılarım senin geleceğin olu-
yor, gerçeklik duyusunu yiti-
rip, uzak tan uzağa, hep senin siv-
rildiğin bir pus içinde yaşamağa
başladım şu anda.
sen ağaçtan sen ağaca koşuyo-
rum, aradaki pusarık bataklık-
ta ayrışıp yıvışan günlerin hiç-
liğinde.
b.k
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)